Amerika'ya ilk kez giden bir Türk... Bir otobüs terminalinde gözüne, üstünde "Size kim olduğunuzu söylüyorum" yazılı, otomatik bir makine ilişmiş. Hemen cebinden bir 25 sent çıkarıp atmış makineye ve makinenin hoparlörü başlamış çalışmaya:
- Adınız Ecvet Behiç Sertdur. Geçici olarak bulunuyorsunuz New York'da. Bir iş gezisi için geldiniz Amerika'ya. Erken emekli olmuş eski bir militersiniz. Ankara'daki önemli bir kurumda yönetim kurulu üyesi olarak çalışıyorsunuz. Sol dizinizin üstünde siyah bir beniniz var. Evlisiniz. Üç çocuğunuzdan ortancasının geçen hafta nişanı bozuldu. Silah alımları için zemin yoklamaya çalışıyorsunuz ve özel çabalarınızın, özel olarak ödüllendirilip ödüllendirilmeyeceğini düşünüyorsunuz. Los Angeles'e kalkacak uçak için otobüse bineceksiniz 12 dakika sonra...
Ecvet Behiç Sertdur, çok şaşmış makinenin gösterdiği mucizeye:
- Olağanüstü, demiş, ama herhalde bir numarası var bu işin.
Ve aklına makineyi kandırmak, daha doğrusu kazıklamak gelmiş. Terminalin tuvaletine gitmiş; karısı için aldığı bir pardösüyü giyip bir eşarp sarmış boynuna ve başına da bir peruk oturtup, siyah gözlükler takmış. Tekrar dönüp gelmiş makinenin başına ve bir 25 sent daha atmış.
Makine başlamış konuşmaya:
- Adınız yine Ecvet Behiç Sertdur. Geçici olarak bulunuyorsunuz New York'da. Bir iş gezisi için geldiniz Amerika'ya. Erken emekli olmuş eski bir militersiniz. Ankara'daki önemli bir kurumda yönetim kurulu üyesi olarak çalışıyorsunuz. Sol dizinizin üstünde siyah bir beniniz var. Üç çocuğunuzdan ortancasının geçen hafta nişanı bozuldu. Silah alımları için zemin yoklamaya çalışıyorsunuz ve özel çabalarınızın, özel olarak ödüllendirilip ödüllendirilmeyeceğini düşünüyorsunuz. Ancak beni kazıklamaya çalışırken, otobüsü ve dolayısıyla Los Angeles uçağını kaçırdınız. Kaçırmasanız iyi olacaktı, çünkü beş dakikaya kadar bir uçak çakılacak buraya.. New York'tan gidemediğiniz için hayatınız tehlikede...
New York'a vapurla gitmeyi yeğleyen bir Laz, uzaktan New York göründüğü zaman yarım yamalak İngilizcesiyle Amerikalı yolculardan birine sormuş:
- Ha kimdi burayı keşfeden?
Amerikalı:
- Cristophe Colomb, demiş...
- Keşke gizli tutsaydı keşfettiğini da...
- Neden?
- New Yorklular da rahat ederdi, Afganlılar da...
Eski zamanların paşa konaklarında; konakta çalışanların çocuklarını, hep birlikte sünnet ettirme ve büyük bir sünnet düğünü yapma geleneği vardı.
Yine böyle bir eski zaman konağında; oğlan çocuklarına düşkün cinsel bir sapık olan kahya, çalışanlardan birinin çocuğunu gözüne kestirmiş.
Ve konaktaki toplu sünnet sırasında, çocuğun kirvesi olmayı, planlamış. Çocuğu kucağına oturtup kollarını tutacak ve sünnetçi, sünneti yaparken; o da işini becerecek kendince...
Sünnet günü gelmiş. Kahya, gözüne kestirdiği çocuğu; kirve olarak, sünnetçinin karşısında kucağına oturtmuş.
Ne var ki, tam sünnetçi işe başlayacağı sırada; kahya, niyetini gerçekleştirmeye çalışırken; kahyanınki, çocuğun bacakları arasından sünnetçinin önüne çıkıvermiş.
Sünnetçi şaşkın:
- Bu da ne, demiş.
Kahya hiç istifini bozmamış:
- Bu, demiş, model. Paşa hazretleri emretti, sünnet bu modele göre yapılacak...
Başkan Bush'a anlatmışlar bu fıkrayı...
Başkan Bush:
- Çok anlamlı bir fıkra, demiş. Ancak Amerikan politikası açısından nete getirilmesi gereken bir durum var ortada. Bin Ladin, benim kucağımda da; benimki mi ortaya çıktı model olarak; yoksa tam tersine, ben Bin Ladin'in kucağındayım da; Bin Ladin'inki mi ortaya çıktı model olarak?
Şimdi durumu tartışmaya hazırlanıyormuş Kongre...
Gündemin maddesi de şöyleymiş:
"Model kimin ki?"...