kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
1 Mayıs 2009, Cuma
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat
John Malkovich’in rol aldığı Utanç filmi bir ülkedeki iki farklı kesim arasındaki nefreti gösteriyor. Türkiye’de, Başbuğ’un dediği gibi, etnik ayrım yok.

Festivalde niçin Başbuğ'u andım?

ATİLLA DORSAY
ATİLLA DORSAY
23.04.2009
Nobelli yazar J. M. Coetzee'nin Utançadlı romanından aynı adla uyarlanan film, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un ünlü konuşmasını hatırlattı. Film, Güney Afrika Cumhuriyeti'nde beyaz İngilizlerle, yerli halk arasındaki düşmanlık duvarını anlatıyor..
İstanbul Film Festivali bize yine nefis lezzetler sundu, unutulmaz anılar kazandırdı. Yalnızca sinema açısından değil üstelik... Çünkü çağdaş sorunları deşen birçok filmde ülkemizin ve dünyanın güncel dertleriyle haşır-neşir olduk, çok şey öğrendik, çok ders aldık. Ve özellikle kendi coğrafyamızla bağlantılar kurduk, kıyaslamalar yaptık.
Çok somut bir örnek vermek istiyorum. Nobelli yazar J. M. Coetzee'nin Utanç adlı romanından uyarlanan filmi izlerken, Genelkurmay Başkanımız İlker Başbuğ'un o ünlü konuşması aklımdan bir bulut gibi geçti. Çünkü film, karşımıza öyle bir Güney Afrika Cumhuriyeti gerçeği getiriyordu ki... Bu ülkede anlaşılan bir zamanların efendileri olan beyaz İngilizlerle, çok uzun süre sömürülmüş yerli karaderili halk arasında hiçbir zaman düzelmeyecek bir düşmanlık duvarı yükselmişti. Beyazlar, hatta filmdeki üniversite hocası gibi en 'medeni', en aydın olanlar bile, iş karaderililere gelince tüm Batı usulü ahlak ve insaf kaygılarını unutuyorlar, efendi gibi davranmaya başlıyorlardı: Gencecik öğrencisini fütursuzca iğfal eden hoca gibi... Siyahlar ise beyazlara olan nefretlerini unutacak gibi değillerdi. Geçmişin acı anıları, bu iki ırkın artık bir arada güvenli biçimde yaşamasına imkân tanımıyordu: Dram, her an kapı ardında bekliyordu.
Orta Afrika'yı anlatan Kuduz Köpek Johnny ise nerdeyse daha korkunçtu, çünkü bize çocuk yaşta silah verilip kısa zamanda acımasız birer katile dönüştürülen ve kendi insanlarına da kolayca kıyan gencecik çocukların öyküsünü anlatıyordu. Koca bir kıta, artık nefretin ve ırkçılığın haşin sınırlarıyla paramparçaydı. Oysa benim ülkemde, Türkler ve Kürtler arasında böylesi bir düşmanlık yoktu, hiç olmamıştı. Bizler yaşanan kimi acı olaya karşın, birbirinden nefret eden iki halk değildik. Kürtlerle birlikte olmak, toplumda yükseldiklerini gözlemlemek, dillerini konuştuklarını, özgün kültürlerini sergilediklerini izlemek bizi hiç rahatsız etmiyor, tersine keyif veriyordu. Başbuğ'un dediği gibi, o anlamda bir etnik ayrım yoktu bizde, aşılmaz bir düşmanlık yoktu.
İşte festival, kimi filmleriyle bunu düşündürdü bana. Üstelik, diyelim ki Belçika gibi bir ülkenin duygusal çöküşünü anlatan Eldorado filminden sonra, bırakınız Afrika'yı, kimi gelişmiş Avrupa ülkelerindense Türkiye'de yaşamanın mutluluğunu hissettim.
Haberin fotoğrafları