Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
6 Mayıs 2009, Çarşamba
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat

YEŞİM TABAK- Basına baskın yapan filmler

05.05.2009
Birkaç hafta önce nostaljik, hatta neredeyse romantik bir gazeteci filmi girdi gösterime: Russell Crowe'lu Devlet Oyunları . Filmin nostaljik ve romantik tarafı, daha çok 70'ler filmlerinden aşina olduğumuz bir 'kahraman gazeteci' figürünü ön plana çıkarması; daha da açık olmak gerekirse, ucu 'kimlere kimlere' dokunan politik mevzularda dahi dürüst bir muhabirin inisiyatifi ve dirayetinin kamuoyunu illa ki gerçeklerle buluşturabileceğine, üstelik böylece adaleti bile sağlayabileceğine dair inancı tazelemesi. SİYAD'ın bu cumartesi İstanbul Modern'de yapılacak dördüncü '1 Günlük Festival'i, medyaya dair çok daha karamsar bakış açılarını biraraya topluyor. Gün boyu gösterilecek filmler, Wag the Dog (Barry Levinson 1997), Natural Born Killers (Oliver Stone 1994), Mad City (Costa Gavras – 1997) ve Dog Day Afternoon
(Sidney Lumet – 1975).
Natural Born Killers'da ilgi çekici olmak adına seri katilleri süper kahramana dönüştürüp beslemekten, Dog Day Afternoon'da trajik hadiseleri sirke çevirmekten, Mad City'de kendini parlatmak için olayları manipüle etmekten çekinmeyen bir medyanın tasviri var. Bunlar en azından, eleştiriyle birlikte bir tür kaçınılmazlığı da içeren yorumlar. En karamsar saptamalar, içlerinde mizah unsurunu en çok taşıyan Wag the Dog'da. Filmi izlemiş olanların mutlaka hatırlayacağı üzere, Levinson'ın filminde politik bir danışman (Robert De Niro), dikkatleri Amerikan Başkanı'nın bir skandalından uzaklaştırmak için bir Hollywood yapımcısıyla (Dustin Hoffman) anlaşıyordu. Filmde Hollywood imkânlarıyla çekilip CNN'de yayınlanan sahte haber görüntüleri, ABD'yi Arnavutluk'ta savaşa dahil olmuş gibi göstermenin ötesinde, bombaların ortasında kucağında kedi taşıyan bir Balkan dilberinin dramatik etkisinden bile geri kalmayacak şekilde tasarlanmıştı.
Sinemada bu filmi izlemeden önce televizyonda Körfez Savaşı'nı izlemiştik. Sonra da 11 Eylül ve 'medeniyetler çatışması'na şahit olduk. İkiz Kuleler yıkıldıktan birkaç dakika sonra, Amerikan televizyonları sevinç çığlıkları atan Iraklılar'ın görüntülerini yayınlıyordu. Kucağında kediyle ürkmüş bakışlar atan Arnavut kızı da, herhalde oralarda bir yerdeydi. Diyeceğim o ki, Wag the Dog'dan sonra, medyayı eleştiren filmler çekmek bile neredeyse 'lüzumsuz naiflik' sınıfına girmeye başladı. Politik yorumcular da artık birer film veya tiyatro eleştirmeni sayılır. O halde "Obama'nın gelişiyle medeniyetler çatışmasının bitişi"ni kutlamak için en uygun ciddiyet düzeyini, 'acayip pop'un fütursuz temsilcisi Mustafa Topaloğlu'nun "Hello Obama" şarkısından başka bir yerde bulamayız. 'Funky!'