kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
29 Ocak 2009, Perşembe
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Ölümler anıları, ölenler yitirilen geçmişi canlandırır

Amerikalı ve "gerçekten araştırmacı" gazeteci Vance Packard, 1970'li yıllarda yayınladığı "Yabancılar Ulusu" (A Nation Of Strangers) araştırmasında, Amerikan orta sınıfı mensuplarının çocukluk ve mahalle hatıraları olmadığını saptamıştı.
Büyük şirketlerde çalışan Amerikalıların, bu ülkenin kıta boyutundaki coğrafyasında eyaletten eyalete tayin edilmeleri sonucu, onların çocukları da bir mekâna ve bir çevreye bağlı hatıralara sahip olamıyordu.
Biz bu durumu genellikle diplomatların çocuklarında görmez miyiz? Basınımızda ise, böyle bir durum hiç yoktu. Hepimiz "Bab-ı Ali" çocuklarıydık.
Bizden yaşça büyük olan, kıdemli ve deneyimli ustalarımızla birlikte çalışırdık ve arkadaşlık ederdik. Mesleğe yeni girenler de kısa sürede bu devreye katılırlardı.
Önceki gün toprağa verdiğimiz Orhan Duru da, benim gazeteciliğimin mahalle hatıralarında özel yeri olan bir beyefendiydi.
Cumhuriyet'te ve Milliyet'te uzun yıllar birlikte çalıştık.
Nadir Nadi'li, Doğan Nadi'li, Ecvet Güresin'li, Burhan Felek'li, Kemal Aydar'lı, Abdi İpekçi'li, İsmail Cem'li, Turhan Aytul'lu yıllardı bunlar.
Şimdi Orhan Duru da, "geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan ve arkasında güneş doğmayan kapıdan" çıkarak sonsuzluğa karıştı.

Edebiyatçı ve gazeteci
Edebiyatçılığının ötesinde, titiz bir gazeteciydi Orhan Duru.
Yazı işlerine elinde gündemin yazılı olduğu not defteri ile girer ve bir atlatma haberin müjdesini verdiği zaman da yüzü gülerdi.
O dönemlerde de basında kamplaşmalar vardı.
Ama sonuçta hepimiz aynı mahallenin ve aynı ocağın çocukları olduğumuzu bilirdik.
Basın sermaye sahiplerinin konumlarına göre kamplaşmamıştı.
Ayrıca her gazete başka başka sermaye sahiplerinindi.
Askeri darbeleri yaşayarak öğrenmiştik ama "Derin Devlet" görevlilerinin neler yapabileceklerini, bugünkü gibi bilmiyorduk.
Örneğin Orhan Duru, 27 Mayıs 1960 Darbesi'nin üniversiteden tasfiye ettiği "147'ler" den biriydi. Veterinerlikten gazeteciliğe geçmek zorunda kalmıştı. Yeni mesleğini benimsemekte de hiç zorlanmamıştı.
Eskiden insan olmayan canlılarla uğraşırken, artık insan olan canlıların haberlerini yapıyordu. Bu arada onları hikâyeleştiriyordu da.
Bu hatıralar dünyasındaki tanıdıklarınız ölünce, sanki tiyatro sahnesinden bir oyuncu çıkmış gibi hissedersiniz. Oyun yine devam eder ama eksiklidir.
Derken o büyük değişimler gelir ve oyun da değişir.

Derine inen kamplaşmalar
Yeni oyuncuların eskilerle ortak mahalle hatıraları ve çocukluk anıları yoktur.
Bu yüzden kamplaşmalar ve kavgalar derinlere inen yaralar bırakır.
Bugünlerde "Güz Sancısı" filmi dolayısıyla hemen hepimiz 6-7 Eylül 1955 yağması üzerine yazılar yazıyoruz.
Bu feci olaya ilişkin benim de bir çocukluk anım var mesela.
Karanlık bastırdıktan sonra yağmacı kalabalık Beyoğlu'nda İstiklal Caddesi'ne dalınca, mağaza sahipleri yıkımdan ve yağmadan kurtulmak için vitrinlerine Atatürk'ün büstünü koyuyorlar.
Rahmetli ses sanatçısı Necmi Rıza'nın da Beyoğlu'nda kendi adını taşıyan bir kumaşçı mağazası vardı. O telaşla onlar da bir büst bulup mağazanın vitrinine yerleştiriyorlar ve böylece yağmacılar mağazaya dokunmuyor.
Ertesi gün güneş doğunca Necmi Rıza bir bakıyor ki, vitrine koydukları büst Atatürk'ün değil Beethoven'in büstüymüş.
- Herkesi Atatürk beni de Beethoven kurtardı, derdi kahkahalar atarak.
Orhan Duru da benim gazetecilik mahallesindeki anılarımın bir figürüydü.
Eşi Sezer'e ve onu sevenlere baş sağlığı dilemekten başka yapacak bir şey bulamıyorum.
Yasal Uyarı : Tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi izin alınmadan kullanılamaz.

http://sabah.com.tr/gizlilik_bildirimi.html