kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 17 Ağustos 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Ümit Kıvanç, AKP'nin demokratik bir parti olmadığını söylüyor.

Bizimkiler Romalı asker gibi

- Yazınızda Ergenekon'un ve Türkiye'de askeri geleneğin iktidara gelmek için uyguladığı yöntemi, siyasi literatürde yer alan pretoryen kavramıyla adlandırıyorsunuz, bunu açar mısınız?
- A.İ:
Pretoryen, Antik Roma'dan kalma bir kelimedir. İlk çıkışı itibariyle Roma'da imparatorun ordusudur. İmparatorun çadırının etrafındaki girilmez alan 'praetuar' (Latince) denilen bir alandır. Buraya girebilen yegâne kişiler bu muhafızlardır, o da koruma amaçlıdır. Oradan hareketle imparatorun etrafında onu koruyan güç, toplumda kimsenin giremeyeceği o yasak bölge bir 'pretoryen alan' olarak tarif edilmiştir. İmparatorluk zayıflayınca pretoryen ordu imparatoru bir biçimde araçsallaştırarak, kendileri imparatorları seçmeye başlayarak, hatta kendi aralarından imparator seçmeye başlayarak kendisini devletin, Roma devletinin sahibi olarak görmeye başlar. Bu laf sonra unutulmuş, 19. yüzyılda yeniden gündeme gelmiştir.

- Marksist hareket bu kavramı kullanmış mı?
- A.İ:
Pretoryen kavramını kullananlardan biri de Marx'tır. Marx özellikle Üçüncü Bonaparte döneminde, pretoryenleri, devleti bir meclis olmasına rağmen kendisine ait gören zümre olarak tanımlar. Fransız sosyalist hareketi 19. yüzyılda devletin '200 aileye' mensup olduğunu söyler; pretoryen güçler de bunlardır. Bu kişisel bir iktidar değil, bir zümre iktidarıdır. Kendini devletin kurucu gücü, devletin ayakta durmasını sağlayan asli güç, devleti koruyan nihai güç olarak görür. Bizdeki terimlerle 'Hassa alayı' diyebiliriz belki. 'Kurucu gücüm' diyor, 'nihai gücüm' diyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en son kalesi nedir? Bu soruya 'Benim!' diye cevap veren çevre pretoryen çevredir, devlete ilelebet sahip olduğunu, olacağını düşünür. İşte 'Devletin sahibi vardır' lafının toplumda normal görülmesinin sebebi de bu pretoryen gücün toplumca doğal addedilmesidir. Bunun arkasında dinle siyaseti hem ayıran, hem de aynı ayak içinde tutmaya çalışan bir yapı var. 'Dinle siyaset ayrıdır,' derken laiktir, ama dinle siyasetin kontrolü aynı zümrenin elindedir. Bunu biz icat etmedik. Bu topraklardaki kadim gelenek budur. Yönetici hem Sezar'dır hem Papa'dır; Osmanlı Sultanı hem halifedir, hem siyasal gücün başındadır. Hem dini hem siyaseti sultan kontrol eder ve sonuç olarak din siyasetin emrindedir.