kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 21 Haziran 2008, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Javier Pradera 1934 San Sebastian doğumlu. Universidad Complutense de Madrid, Hukuk Bölümü'nden mezun olduktan sonra gazeteciliğe başladı.

Darbeye meydan okuyan gazete

MİNE GÜLTEKİN
14.06.2008
İspanya'nın yüksek tirajlı sosyal demokrat gazetesi El Pais'in kurucularından Javier Pradera; darbe-medya ilişkisini konu alan bir panelde konuşmak üzere Türkiye'deydi. Pradera ile medya ve siyaset ilişkisi üzerine konuştuk...
İLİŞKİLİ HABERLER
Darbeye meydan okuyan gazete
Geçtiğimiz günlerde Bilgi Üniversitesi Dolapdere kampusunda Genç Siviller'in organize ettiği 'Bir gazete darbeyi nasıl durdurur? İspanya-El Pais' başlıklı bir panel düzenledi. Panelin konuğu; İspanya'nın en çok satan ve en prestijli gazetesi olarak tanımlanan El Pais'in, kurucu ve yazarlarından Javier Pradera'ydı. El Pais, 23 Şubat 1981'de askerlerin parlamentoyu basarak darbe girişiminde bulunmasına karşın, akşam baskısı yaparak tam sayfa demokrasi çağrısı yapmış; halkı darbeye karşı çıkmaya davet etmişti. Ertesi gün, yüz binlerce insanın sokaklara dökülmesinde ve darbenin tamamlanamayışında bu manşetin büyük rolü olduğu söyleniyor. 1976'da El Pais'i kuran bir grup aydından biri olan Pradera ile medya-siyaset ilişkisi üzerine konuştuk.

ORTA SINIFIN GAZETESİ
- El Pais, İspanya'nın en yüksek gazete tirajına sahip ve halkın en çok güvendiği gazetelerden biri. Bu başarı ve güveni neye bağlıyorsunuz?
- El Pais 1976'da Franco'nun ölümünden sonra kuruldu. Onun döneminde hükümetten izinsiz gazete kurulamıyordu. Biz Franco rejimine bir reaksiyon, bir direniş olarak; öğretim görevlileri, gazeteciler ve çeşitli mesleklerden bin kişi bir araya geldik ve hepimize ortak hisseler düşmesine yönelik bir anlaşma yaparak El Pais'i kurduk. Direnişimize destek olan halk da gazetemize büyük ilgi gösterdi. Çünkü onların da sesi olmuştuk. Özellikle orta sınıf, Cumhuriyetçiler ve anti- Franco'cular El Pais'te birleşti. Şu anda gazetemizin yüzde 75'i Prisa adlı iletişim şirketinde, yüzde 25'i ise piyasada.

- 1981'de askerlerin meclisi basması üzerine yaptığınız edisyonun, sizce ertesi gün yüz binlerce insanın sokağa dökülmesindeki rolü neydi?
- O akşam herkes, ordunun geri kalanı ve kralın ne yapacağını merak ediyordu. Bizim o zamana kadar ki çizgimiz zaten hep sosyal demokrasi ve halktan yana oldu. Meclis basma üzerine özel bir yayın yapmaya karar verdik çünkü demokrasinin temeli olan kamuoyunun oluşmasında medyanın çok etkin bir rolü olduğuna inanıyoruz. O günkü 'Yaşasın Anayasamız' başlıklı yazımızda, darbenin başarısız olacağını söyledik ve halkı demokrasiye, kralı bu girişime karşı durmaya çağırdık. Askerler mecliste kameraların açık kaldığını unutmuştu, o yüzden meclisteki o korkunç sahneler canlı yayınla televizyona da yansıdı. Bizimle aynı görüşte radyolar da bu kınamaya katıldı. Bizim bir rolümüz mutlaka vardı ama medya, işbirliği içinde darbeye karşı demokrasi için tek vücut olmuştu. Bu, çok daha önemliydi.

- Üniversitelerde siyaset, gazetecilik ve hukuk üzerine dersler de veren, 48 yıllık bir gazeteci olarak; medyanın siyasi partiler ve orduyla ilişkisi ne mesafede olmalı?
- Öncelikle ordu ve gazetelerin yakın ilişkide olmasının hiçbir mantığı yoktur. Ordu bir yönetim birimidir ve sivil değildir. Gazeteciler her zaman sivilliğini korumalı ve ordu ile bağlantısı olmamalı. Gazetelerin işi politikayı eleştirmek. Ama itiraf etmek gerekirse partiler ve gazeteler arası zor bir ilişki vardır. İktidarlar her zaman basının kendine bağımlı olmasını, savunmasını ister.

- Ezeli rakibiniz El Mundo'nun yayın politikasını nasıl buluyorsunuz?
- El Mundo sansasyonel yayınlar yapan bir gazete ve gazetecilik anlayışına çok uygun bir gazete olarak görmüyorum. 11 Mart 2004'te seçimlerden bir gün önce, El Kaide'nin Madrid'de yaptığı kanlı saldırıyı; ETA ve sosyalistlerin yaptığını ileri sürmüştü mesela.

- İspanya ve Türkiye pek çok açıdan benzerlik taşıyor, iki ülkede de asker siyasetin hep içinde oldu ve demokrasi yolculuğu iki ülkede çok sancılı geçti, Türkiye'nin sancısı hâlâ sürüyor. Bunları aşmış bir ülkenin gazetecisi olarak, Türkiye için neler söyleyebilirsiniz?
- İspanya'da 1923'te darbe yapıldı ve 1930'a kadar askeri rejim sürdü. Sonra 1936'da tekrar bir darbe yaşandı ve bu dönem hem İspanya'da bir iç savaş, hem de İkinci Dünya Savaşı yaşanıyordu. Daha sonra zaten Francisco Franco'nun 40 yıllık iktidarı başladı. Franco dönemine baktığımızda, Katolik Kilisesi-Ordu-Franco işbirliğini görüyoruz, bunun ne kadar güçlü olduğunu tahmin edersiniz... Şimdiye baktığımızda ordunun siyasette hiçbir etkisi kalmadı İspanya'da ama hâlâ kilise ile başımız dertte. Hatta bu durumu şu anekdot ile anlatabilirim; eski Başbakan Felipe Gonzalez'e dönemin generallerinden biri, politikalarını beğenmediğini söyler. Gonzalez'in cevabı ise şu olur: "Peki, bana oy vermezsiniz o zaman..." Türkiye'nin de bu noktaya gelmesinde, AB çok iyi bir yol. Avrupa Birliği Türkiye'nin sivil siyasete kavuşmasında çok etkili olacaktır.

İNANMAYAN DEMOKRAT
- Türkiye'de şu anda devletçi olmayan, statükodan yana olmayan İslamcı ama sivil bir iktidar deneyimi yaşanıyor. Bunu nasıl yorumlarsınız?
- Son dönemde çok yakından takip edemedim ama laikliğe bir saldırıda bulunmayacak ve bu durumu siyasetle karıştırmayacak bir düzen olduğunu umuyorum Türkiye'de. Türkiye'deki İslamcı politika aslında Avrupa'da varolan Hıristiyan politikası ile bağdaştırılabilir. 600 yıldır Hıristiyan dünyası bu tecrübeyi yaşıyor çünkü. Ama Avrupa'daki solun şöyle bir problemi var: İnanç olmazsa demokrasi olmaz... Oysa ben inanmayan bir demokratım mesela ama benim inanmamam demokrat olmadığım anlamına gelmez.
Haberin fotoğrafları