kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 15 Haziran 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Daniel Auteuil İkinci Nefes’teki performansıyla nefes kesiyor.

Fransa sınırından iki farklı nefes

Yeşim TABAK
İkinci Nefes, Fransız sinemasının 1960'lardaki kara filmlerini hem karikatürize ediyor hem de bu döneme selam çakıyor. Haftanın diğer Fransız filmi Sınır(da) ise Amerikan korku filmlerini bayat bir biçimde kendi kültürüne uyarlıyor..
Ah nerede o eski gangsterler... Nerede gangsterlerin yasaları çiğnedikleri yerde birbirlerine yamuk yapmalarını engelleyen delikanlılık... Bu serzenişi yakından tanıyoruz. Bu dramaya yakalanmış kahramanları anlatan kaç film izlediğimizi ise, hatırlayamıyoruz. Şikâyetçi de değilim açıkçası. "İyidir ya sen napıyosun?" rehavetinin önüne geçen hayatlar, aksiyon, ahlakın göreceliliği vesaire... Bu 'bayat' hikâyelerin içinde, sinemayı sinema yapan görkemli başlıkların epey cazip bir kısmı bulunuyor ne de olsa. Alain Corneau'nun tam da böyle bir 'gözükara ve onurlu hırsız' hikâyesini anlattığı İkinci Nefes'te, üstüne üstlük onca etkileyici oyuncu da var. Seyir zevkini tıkayan, filmin arada kalmışlığı (ve biraz da iki buçuk saati aşan süresi). Corneau'nun hikâyeyi ne kadar ciddiye aldığından emin değilim. İkinci Nefes, 60'ların Fransa'sında geçiyor olmakla, 60'ların Fransa'sında geçen kara filmlerin görsel kodlarını karikatürize etmek arasında bir yerlerde sallanıyor.

NOSTALJİ DUYGUSU

Filmdeki tek kadın karakter olan Manouche'un (sıskalar imparatorluğuna inat 'yuvar yuvar' Monica Bellucci) sinemadan çok fotoğraf sanatına layık donukluğu da, bunun baş sebeplerinden biri. Manouche'un bu konudaki en büyük yardımcısı ise, bilhassa tercih edilmiş çiğ renk skalası. Kırmızılar, sarılar, yeşiller, patlaya çatlaya üzerimize doğru geliyorlar. Filmin uyarlandığı romanın yazarı Jose Giovanni, yıllarını hapiste çürütmüş, sabık bir 'kriminal' kişilik. Onun aynı adlı romanından (Le Deuxieme Souffle) uyarlanmış, bir adet de '66 yapımı Jean- Pierre Melville filmi var. Melville'in çıplak ve soğuk gerçeklikle stil düşkünlüğünü birleştiren tarzı yerine, Corneau afili bir atmosfer sinemacılığını tercih eder gibi yapmış. Tüm atmosfer, klasik kara filmlere dair sevgiyle dolu nostaljik hislerimizi kaşıyıp duruyor. Eğer Corneau bu "...mış gibi yapma"nın travesti atmosferini iyice abartsaydı, 60'lar kara filmlerinin değilse de 'işaret'lerinin baştan çıkarıcılığının keyfini sürebilirdik. Lakin dediğim gibi, film arada kalmış durumda ve bizden imgelerin mi, yoksa hikâyenin mi etkisinde kalmamızı beklediği belirsiz. İkinci Nefes, Fransız sineması tarihinde en şanlı sayfalardan biri olan '60'lar kafa filmciliği'ne dair hoş bir anıştırma olmakla sıradan bir 'hırsızın onuru' filmi olmak arasında, seyirciyi yarı tatminle baş başa bırakıyor. Filmden çıkan mesaj ise, aşağı yukarı şöyle: Hiçbir ahlakı olmayan adamlar çatır çatır ölür, yasaları çiğnese de kendince ahlakı olan adamlar onurlarıyla ölür, 'gerçek kadın'lar ise birini gömer ve diğerine geçer. İkinci Nefes Fransız sinemasının parlak günlerine el sallayadursun, haftanın diğer Fransız'ı Sınır(da) ise 70'ler Amerikan korku sinemasından aldığı kuru ilhamla gişeye oynuyor. Filmin tanıtımlarında dahi açığa çıktığı üzere, Sınır(da), Teksas Katliamı (Texas Chainsaw Massacre) ve benzeri, 'taşrada bir ev ahalisinin eline düştüm ve dünyam karardı' filmlerinden biri.

KANCADAKİ CESETLER
Sinema konusunda en sağlam geleneklerden birine sahip olan Fransız'ların Sınır(da)'da sergilediği teknik beceriye edecek laf yok. 'Ama neden?' sorusu ise, çok geçmeden, peşisıra geliyor insanın aklına. Bilhassa lise yıllarım, insanların birbirlerini akıl almayacak şekillerde katledip durduğu korku filmleriyle geçti (Rahmetli Metin Demirhan'ın video arşivi sağolsun). Bunların çoğu da, 60'lardan ve 70'lerden kalmaydı. Büyük kısmı 'B' kategorisine ait bu filmlerin en büyük çekiciliği, sterillikten uzak ham görsellikleri, kendi dönemleri için yaygın gösterim şansı bulamayacak kadar yırtıcı olmaları ve pis mizah anlayışlarıydı. Şimdi tüm bunlar hazmedildikten, popüler tüketimin bir parçası haline geldikten sonra, herhangi bir mizah bile içermeksizin hâlâ karşımıza çıkıyor ve 'türün hayranları'nca 'içinde kancaya asılan cesetler var' gibi etiketlerle sunuluyor olmaları, son derece sıkıcı. Sınır(da), Teksas Katliamı gibi Amerikan fimlerinin 'vahşi Güneyliler' temasını, günümüz Fransa'sındaki faşist politikalara uyarlamak gibi bir güncellemeye gitmiş. Hatta yabancı göçmen düşmanlığını 20. yüzyılın en büyük ikon yaratıcılarından Nazi'lere bağlamış; 'Bu düşmanlığın sonu buraya varır,' demeye getirmiş. Film, gayet dramatik müzikler kullanarak gördüğümüz vahşetten duygusal sonuçlar çıkarmamızı bile bekliyor. Lakin sonuçta tek arzusu, kerpetenle kesilen tendon bağı, kızartılan kafa, kancaya geçirilen vücut gibi görüntüleri 'abi çok acayip' diyerek kulaktan kulağa aktararak zevkle tüketmemiz. Bu görüntüleri tüketmek, henüz 'normalleşmedikleri' zaman belki bir tür isyan bayrağıydı. Gişenin (Hostel, Mumya Evi gibi) en verimli ürünleri haline geldiklerinden beri ise, şaşırtmayan ve tam da şaşırtmadıkları için ruhsuzlaştıran birer kan banyosuna dönmüş durumdalar. Son olarak: Faşizmin sadece 'Almanca' bir eğilim olduğu yanılgısından artık kurtulunsa keşke...
Haberin fotoğrafları