kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 28 Nisan 2008, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ÜLKÜ TAMER

Edebiyatımızı yönlendiren en önemli kişiydi

Geçenlerde Salihli Şiir İkindileri etkinliği sırasında Haydar Ergülen'le konuşurken söz Yaşar Nabi Nayır'dan açıldı. Haydar, Yaşar Nabi'yi tanıyor elbet; değerlendiriyor da. Ama özellikle genç edebiyatçılarımızın bu çok önemli yayıncıyı gerektiği gibi tanımadıklarına (bazılarının küçümsediğine bile) tanık olmuştum. Uzun uzun Yaşar Nabi'yi anlattım Haydar'a.
Yarım yüzyılın ötesine gittim o gün.
Varlık Yayınları'yla 1950'lerin başlarında Antep'te, Arif Güzel'in kitabevinde tanıştım. İlk hangi kitabı almıştım, hatırlamıyorum. Cahit Sıtkı'nın, Ziya Osman'ın, Sait Faik'in, Orhan Kemal'in, Dağlarca'nın kitapları, daha sonra Orhan Hançerlioğlu'nun kısa romanları, Haldun Taner'in öyküleri elimden uzun süre düşmedi. Necati Cumalı'nın Güzel Aydınlık, Mahmut Makal'ın Bizim Köy, Cahit Külebi'nin Yeşeren Otlar, Rüzgar, İlhan Demiraslan'ın İncir Ağacı kitaplarını nasıl unutabilirim! Ya çeviriler? Baragan'ın Dikenleri'ni, Kodin'i, İnci'yi, Fareler ve İnsanlar'ı, Bir Garip Adam'ı, Afrika'nın Yeşil Tepeleri'ni yutarcasına okumuştum. Kitap kokusu derler ya, o kitapların kokuları bugün bile burnumda.
Varlık dergisini ilanlarına kadar okurdum. Bir yandan da "Yazdıklarım acaba bir gün bu dergide yayımlanır mı" diye düşünürdüm. Gerçekleşmesi neredeyse olanaksız düşler. Boş hayaller.
Yaşar Nabi'yi Robert Kolej'de gördüm ilk. Sanırım 1954'dü. Bir toplantıya gelmişti. Edebiyattan söz etti bize. Sorularımızı yanıtladı.
Bir süre sonra şiirlerimi postayla gönderdim ona. Hiçbiri yayımlanmadı. Aradan iki yıl geçti; sınıf arkadaşım Anıl'la (Meriçelli) ikişer üçer şiirimizi aldık elimize, cesaretimizi toplayıp Varlık'a gittik. Yaşar Nabi'nin kapısını tıklattık. "Buyrun." İçeri girdik. Gözlüklerinin üstünden bize baktı Yaşar Nabi. Bu kere sonunda soru işaretiyle bir "Buyrun?" daha.
Şiir yazdığımızı söyledik. "Bırakın," dedi. O kadar. Yer göstereceğini, bizimle konuşacağını, ilgileneceğini sanıyorduk. Öyle olmadı. Sadece sessizce baktı bize. Biz de ona baktık. Sonunda başımızla selam verip çıktık.
O şiirler de yayımlanmadı. Ama yılmadık. Kendi şiirlerimizi, çevirilerimizi götürdük Yaşar Nabi'ye. Dergideki açılışımızı da çevirilerle yaptık. Öyle ya, her gün onlarca şiir geliyordu dergiye, ama çeviri gönderenlerin sayısı azdı. Çevirilerimizi şiirlerimiz izledi. Varlık sınavını verdiğimize göre, basbayağı şair sayılırdık artık.
Varlık Yayınları'yla "ciddi" ilişkim 1958'de başladı. Oscar Wilde'ın Mutlu Prens çevirisiyle. Kitabı kısa sürede çevirip yayınevine götürüşümü unutamam.
Çevirimi alıp masasının üstüne koydu Yaşar Nabi. Sonra eski daktilosunu önüne çekti. Ortadan kesilmiş bir dosya kağıdı takıp bir şeyler yazmaya başladı.
Üç-beş satır yazıp kağıdı çıkardı daktilodan. Altına bir pul yapıştırdı, imzalamam için bana uzattı. Duvardaki telefonu açıp, "300 lira gönderin," dedi.
Aldığım ilk çeviri ücreti. Tam 300 lira!
Mutlu Prens'le başlayan yayıncıyazar ilişkisi, Yaşar Nabi'nin ölümüne kadar sürdü. Yirmiye yakın kitabım çıktı Varlık Yayınları'nda. Hiçbirinde ufacık bir sorun bile yaşanmadı.
Birtakım yazarlar Yaşar Nabi'nin sanatçıları sömürdüğünü, kitaplara çok az para verdiğini söylüyor. Düpedüz haksızlık bu. 1 liralık kitaba 300, 2 liralık kitaba 600, 5 liralık kitaba 1500 lira telif ya da çeviri ücreti verirdi Yaşar Nabi. İlk baskıya, 3000 kitaba karşılık. Yüzde 10. Bugün hangi yayınevi hangi çeviriye yüzde 10 ödüyor? Çoğu, forma başına bir ödeme yapıyor. Adınız iyi çevirmene çıkmışsa, yüzde 7 alıyorsunuz. Üstelik çeviriyi verir vermez değil. Kitabın yayımlanmasını bekleyeceksiniz.
Varlık'ta kitabınızın yeni baskısı yapılırsa, satış fiyatı ilk baskıdan yüksekse, alacağınız para da aynı oranda yüksek olurdu.
Kim ne derse desin, yazarın emeğine saygı duyan bir yayıncıydı Yaşar Nabi.
Gemisinin iki "mürettebat" ı vardı sadece. Üsküplü akrabalarından iki delikanlı. Satışa da, muhasebeye de onlar bakarlardı. Eski, küçücük bir hanın ikinci katında. İlk kattaki odalardan biri Yaşar Nabi'nindi. Dergiyi de, yayınları da tek başına yönetirdi. Yazıları, kitapları o seçer, dizgiye o verir, bazen kapaklarını bile kendi yapardı.
Laurence Olivier'nin bir sözü var: "Marilyn Monroe profesyonel bir amatördü."
Yaşar Nabi de profesyonel bir amatördü. Yaşamı boyunca profesyonelliğin bütün gereklerini titizlikle yerine getirdi, ama bunu yaparken amatörlüğünü, o coşkusunu hiç yitirmedi. Uzun bir dönem Türk edebiyatını o coşkusuyla, o çabasıyla yönlendirdi.