kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 14 Nisan 2008, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ÜLKÜ TAMER

Oyunculuk serüveninden çocuk edebiyatına...

Son iki haftadır "Yaşamdan Dakikalar" dan sonra gelen soruları yanıtlıyorum. Bugün de kalan soruları harmanlayıp düşüncelerimi, yaşadıklarımı aktarayım, konuyu kapatayım.
Tiyatroya ilgim Robert Kolej'de başladı. Sahneye adımımı Orta 3'de attım. Shakespeare'in Venedik Taciri'yle.İngilizce oynadık. Lise bölümünde hep Türkçe oyunları yeğledim. Her yıl en az iki oyuna katıldım. Mezun olduktan dörtbeş yıl sonra Genco (Erkal) yakama yapıştı bir gün. "Refik Erduran'ın Direkler Arasında oyununu sahneye koyuyorum. Bir Pehlivan rolü var. Gel şunu oyna," dedi. Artık nereden estiyse, "Peki," dedim. Tek oyun diye başlayan serüven beş yıl sürdü. Direkler Arasında'yı Keşanlı Ali Destanı, Palto, Teneke, Kurban, vb. izledi. Kötü bir oyuncuydum. "Bu işi beceremiyorsun," dedim kendi kendime. "Becermek için de, değil çaban, isteğin bile yok. Öyleyse niye hâlâ sahnedesin?" Bıraktım.
Sahi, bir de sinema serüvenim oldu. Zülfü Livaneli Yer Demir Gök Bakır'ı bitirmişti. "Aşkolsun! Beni oynatmadın," diye takıldım. "Peki, bundan sonraki filmimde oynar mısın?" dedi. "Oynarım," dedim. Bir süre sonra bir senaryo geldi: Sis . Savcı rolü benim. "Sen aklını kaçırdın, Zülfü?" dedim. "Söz vermiştin, oynayacaksın," dedi. Ne edeyim, "Biyografimde bu da bulunsun," dedim, oynadım.
Bizde genellikle çocuk yayınları küçümsenir. Kitaplarda da, süreli yayınlarda da böyledir bu. "Çocuk işte" denilip geçilir. Büyükler için yapılan yayınlara gösterilen özen onlara gösterilmez. Elbette bütün yayıncılar için geçerli değil bu. "Genellikle" diyorum. Bunu yaşadım. Buna çok tanık oldum. Oysa çocuklar için belki daha fazla özen göstermek gerekiyor. İleride okur olacaklar. Onlara okuma sevgisini aşılamak yetmez. İyi okur olmalarını da sağlamak zorundayız. Çocukların nasıl kolay etkilendiğini, ne kadar çabuk değiştiğini yakından biliyorum. Öğretmenlik dönemimden sayısız örnek verebilirim.
Benim ilkokula gittiğim yıllarda çocuklar için yazmak daha kolaydı galiba. Yazarın "rakip" leri sokak oyunlarıydı, soba başında tombalaydı, radyoydu. Şimdi sınav yarışlarıyla, "Tomb Raider" larla, teknolojinin ürettiği bin bir canavarla, köşeyi dönme hırslarıyla da savaşmak gerekiyor.
Çeviriyi sanattan çok zanaat olarak görüyorum. Yaratılmış bir yapıtı bir başka dile aktarıyorsunuz. İşin içinde yaratıcılık elbette var, ama asıl işçilik önemli. İşçiliğin ağırlığı, çevirdiğiniz yapıta göre değişiyor. Sözgelimi, James Thurber'dan bir öykü çevirmekle William Faulkner'dan bir öykü çevirmek arasında büyük bir "beyin işçiliği" farkı var. Carl Sanburg'un bir şiirine harcayacağınız emek, sanırım bir Dylan Thomas şiirine harcayacağınız emekten çok daha az olur.
Çeviride yaratıcılığı bütün bütüne yadsımıyorum. Ne de olsa bir yapıtı kendi dilinizde yeniden yaratıyorsunuz. İşçiliğin daha ağır bastığını söylüyorum.
Düzyazı, özellikle anılar serüvenim Neslihan'dan kaynaklandı. Eşimden. Alleben Anıları'nın başında yazmıştım. Babamı, annemi, Antep'i anlattım ona. "Yazsana bunları," dedi. Düzyazı yazmadığımı söyledim. "Alleben Öyküleri'ni yazan sen değil misin!" dedi. Ona anlatır gibi yazmaya koyuldum. Yazdıkça yaşam serüvenimi daha iyi, daha doğru değerlendirmeye başladığımı fark ettim. Sonrası kendiliğinden geldi.
Her kuşak, edebiyatı biraz daha çağdaşlaştırmıştır. Olağan bir şey. Bugünü dünün edebiyatıyla yaşayamazsınız. Dünün edebiyatı yok olmaz elbette. Has sanatçılarıyla hep varolur. Ama dünya değişirken edebiyat da değişir. Edebiyatçı da değişir. Yakın tarihten en belirgin örnek, Necatigil'in şiirleri. Temelde aynı kişiydi Necatigil. Son şiirlerini yazarken yine evleri anlatıyordu belki, ama Evler kitabındaki gibi anlatmıyordu.

Bir kuşağın sanatçıları güçlüyse, o kuşağın yarattığı edebiyat yankılar yaratır; bir edebiyat ortamının oluşmasını sağlar. Bizim kuşakta güçlü sanatçılar vardı: Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever, Onat Kutlar, Kemal Özer, Ergin Günçe... Birçok ad verebilirim daha. 1940 kuşağına bakın. Necatigil'ler, Cumalı'lar, Dağlarca'lar, Kanık'lar, Anday'lar, Rifat'lar... Bu açıdan bakıldığında, sanırım edebiyat tarihimizin en etkili kuşağıydı.
"Varmak istediğim bütünlük" diye bir şey düşünmedim. Bir "bütünlük" düşünüp ona göre tasarılar, planlar, programlar yapmadım. Sadece yazdım. Onlar birleşip bir bütünlük oluşturuyorsa, sorun yok. Oluşturmuyorsa, yine sorun yok. Ne yapayım, ben buyum.