kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 13 Nisan 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC

Diyarbakır surlarının her iki yanından da bakmalıyız

-Türkiye, kitabınızdaki kadınlardan birinin dediği 'Diyarbakır yorgunluğu'nu üzerinden nasıl atacak?
-Türkiye, Diyarbakır'ın simgelediği gerçekten 30 yıldır kaçarak var olmaya çalışıyor. Gerçekten orayı görmek ve anlamak için, kendi iç dinamiklerimizle gelmemiz gereken bir yerde olmamız gerekiyor. Oysa biz, AB ülkelerinden uyarı aldığımızda veya AB'ye girmek istediğimiz için, demokrasi ya da haklar veya özgürlükler konusunda söz alıyoruz. Bizim kendi aramızda anlaşmamız için, herhangi bir Avrupalı veya ABD'linin hakemliği veya teminatına gerek duymayacak bir demokratik olgunluğa erişmemiz gerekiyor. Türkiye, 1980'den beri yaşanan Diyarbakır gerçeğinin bu kadar uzağında var olamaz ve olamıyor da zaten. "Biz bugüne kadar konuşmadan halledemediğimiz şeyleri, yine konuşmadan, halledelim," durumundayız. E, zaten konuşamadığın için halledemediğin bir durumu, yine konuşamayarak nasıl halledeceksin? Ben, Diyarbakır öyküsü bağlamında, şu anda Türkiye ile Diyarbakır arasında yükselen Diyarbakır Surları'na dikkat çekmek istedim. O surları, her iki tarafından da görmeye hazır mısınız, değil misiniz? Buradan konuşalım. Bu sadece orada durmakla değil, bütün Türkiye'yi görmekle de ilgili. Oysa biz gerçekten Diyarbakır'ın simgelediği sorunla ilgili olarak, Batı'da gerçekten hiçbir şey bilmiyoruz. Orada insanları dağa çıkaran ve dağda ölenlerin de, öldürenlerin de yoksul halk çocukları olduğunu görmek, bana acı veriyor. Oradaki savaşın bu anlamdaki sınıfsallığına hiç kimse dikkat çekmiyor. Orada sadece iki millet savaşmıyor. Aynı zamanda yoksullar, yoksullarla savaşıyor.

-Kitaptaki öykülerden birinde, 'Hayat Hanım' hakkında ne kadar önyargılı olduğumu, hikâyenin sonunda anladığımı ve bundan utandığımı, yeri gelmişken itiraf etmek istiyorum...
-Bu çok güzel bir şey ve edebiyat da budur. Bu sözünü ettiğiniz durumu, Mersin'de geçen öyküdeki Yurdanur'un sözüyle de özetleyebiliriz: "Dost olmak, düşman olmak ne kadar kolay," diyor. Aynı apartman içinde onca yıl kavga gürültü yaşadığı insanla sabahın beşinde geçirdiği iki saat, birden bire onu hayatında başka bir yere getiriyor. Biz, belki çok gevezelik eden, ama konuşan bir toplum değiliz. Çok fazla gevezelik ediyor ama konuşmuyoruz. Konuşmak ciddi birşeydir. Aynı zamanda hesap verme ve düşünmeyi beraberinde getirir. İnsanlar gerçekten birbiriyle konuşabilseler, ne bu kadar kötülük, ne bu kadar düşmanlık olacak, ne de gözyaşı olacak. İnsan sadece savaşlar ve şiddetlerde gözyaşı döküp acı çekmiyor. Biz, gündelik savaşlarda da çok kan ve gözyaşı kaybediyoruz. Biri bu kitap için 'müşfik' bir kitap olmuş dedi. Bu çok hoşuma gitti. Bu kitap, insanlarda biraz merhamet uyandırıp, vicdanlarını biraz harekete geçirebiliyorsa, bu benim için çok kıymetli bir şey olmuş olacak.