kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 13 Nisan 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Aysun Kayacı Müjde Ar Pınar Kür Çiğdem Anad

Mankenliğin siyasetteki yeni vitrini

ECEVİT KILIÇ
ECEVİT KILIÇ
Trabzon'dan İstanbul'a göç eden bir ailenin ikinci kızı Aysun. Doğduğu Üsküdar'da geçen çocukluk yıllarından söz ederken, yüzmeyi Boğaz'ın o her zaman soğuk, akıntılı, tehlikeli sularında öğrendiğini, ablasıyla birlikte Kız Kulesi'ne yüzdüklerini mutlaka hatırlatıyor. Aysun Kayacı ilkokula iki yaş erken başlayan zeki çocuklardan biri. Okul hayatı boyunca hep başarılı bir öğrenci. Boğaz kıyısındaki Beylerbeyi Lisesi'nin ikinci yılında anne Asuman Hanım ile baba Selahattin Bey boşanır. Bu ayrılık hem aile hem de 15 yaşındaki Aysun için yoksul günlerin başlangıcı olur. Anne Asuman Hanım, beş yıldızlı otellerin çamaşırhanelerinde çalışarak iki kızına bakmaya çalışır. Ama kazancı yetmez. Aysun, en azından okul masraflarını kendisi karşılamak için hafta sonları çalışmaya başlar; fuarlarda stand görevlisi olarak az da olsa eve para getirir. Bu, aileyi biraz rahatlatır. Sonra lise biter; Aysun, Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler Bölümü'nü kazanır. Ama iki sorun vardır; şehir dışında okumasını sağlayacak para yoktur. Ancak fuarlarda güzelliğiyle dikkat çeker ve sık sık aldığı mankenlik teklifini kabul eder. Mankenlikte karar kılarak, üniversiteye gitmez. Daha 16 yaşında Başak Gürsoy Ajansı'nın kataloğundadır. 16 yaşındaki genç bir kızın defilelerde mankenlik yapması herkesin dikkatini çeker. Ama Aysun yoksulluğun sıkıntısını bilir, daha çok para kazanmanın hesaplarını yapar. Mankenlikle yetinmemesi gerektiğini kavrar, şöhretini artırmak, birinci sınıf bir manken olmak için yarışmalara girmeye karar verir.

EN İYİ MANKEN
Elite Model Look yarışmasında üçüncü seçilince istediği şöhreti yakalar. Her mankenin şöhretini pekiştirmek ve ücretini artırmak için bulduğu formülü o da uygular. Ünlü futbolcu Emre Aşık ile aşk yaşamaya başlar. Bu sırada güzelliği yabancı gözlerden de kaçmaz. Fransız VSD dergisinin okur oyları sonucu seçtiği en iyi 12 manken arasına girer ve derginin takviminde yer alır. 2004'te de Magazin Gazetecileri Derneği tarafından yılın mankeni seçilir. Aynı yıl sevgilisiyle tatil için gittiği Endonezya'nın Sumatra Adası'nda 300 binden fazla kişinin ölümüne neden olan tsunami felaketini yaşar, yara almadan kurtulur. Emre'yle uzun yıllar süren bu ilişkiden sonra, bir zamanlar İstanbul'un ilk öğrenci komününün 'üyelerinden', 90'lı yılların ünlü ve zengin yapımcısı Fatih Aksoy ile yaşadığı aşk kendisini magazin sayfalarının zirvesine çıkarır. Bir süre daha sürdürdüğü mesleğini "Mankenlikte yapabileceğim en güzel şeyleri yaptım. Önemli modacıların defilelerine çıktım, en iyi dergilere kapak oldum. Bir mankenin yapmak istediği her şeyi yaptım," diyerek bırakır.

TARİHÇİLERE DERS
Aslında gerçeğin farkındaydı. Bir manken ne kadar başarılı olursa olsun hem yaş hem de yeni mankenlerin gelmesi nedeniyle bir süre sonra unutulup gidecekti, o bunun önüne geçmek için televizyona sarıldı. Bir taraftan da Yeditepe Üniversitesi Tarih Bölümü'ne girdi. Çat Kapı adlı dizide rol almaya başladı. Artık oyuncuydu. Ardından Doktorlar ve Sessiz Gemiler dizilerinde yer aldı. Pepsi reklamıyla da hayli konuşuldu. Çok aklı başında tercihler de yaptı. Örneğin ünlü tarihçilerimiz Murat Bardakçı ve İlber Ortaylı'nın dikkatini çekip, birlikte bir tarih programı yapma teklifi aldığında "Ben mankenim, ne işim var sizin yanınızda?" mealinde bir cevap vererek her iki ismi de 'televoleci tarihçi' pozisyonuna düşürdü. Ama asıl patlamayı ciddiyetiyle tanınan haber kanalı NTV'de yayınlanan Haydi Gel Bizimle Ol programıyla yaptı. Müjde Ar, Pınar Kür ve Çiğdem Anad'la birlikte ekrana çıkan Kayacı, güzelliğiyle programın izlenmesinin temel unsurlarından biriydi. Program, önceleri Müjde Ar'ın "Gazozumu açtılar" polemikleriyle dikkat çekerken, Aysun Kayacı giderek daha belirleyici oldu. Adeta onu oraya getiren 'güzellik kontenjanının' sınırlarını zorluyordu. Hem hayata hem de kendi özel yaşamına ilişkin söyledikleri hiç de yabana atılır değildi. Neden tarih bölümünü seçtiği sorulunca "İnsana entelektüellik katıyor," dedi. Ülke meselelerini de unutmamak gerek. Üniversitelerde türban yasağının kalkması gerektiğini ısrarla vurgularken getirdiği açılım da önemliydi: "Ekonomiyi, işsizliği, ithalat-ihracat farkını, Güneydoğu'yu ve trafik kazalarını konuşmalıyız, bunlar türbandan daha önemli sorunlar." Hele hele Bülent Ersoy'un gençlerin askerde ölmesini eleştirmesi üzerine hedef haline geldiği tartışma sırasında söylediği "Türbanı erkeklerin, savaşı kadınların konuştuğu bir ülkede yaşıyoruz," sözü güzel bir sarışından beklenmeyecek bir şeydi. Ne yazık ki bir sonraki çıkışı aynı mantığı ve makullüğü içermiyordu. AKP'ye açılan kapatma davasının tartışıldığı geçtiğimiz günlerde yine aynı programda, "Ben vergi veriyorum, niye vergisini vermeyen, çok özür dilerim herkes üstüme gelecek ama kalıp olarak söylüyorum, 'dağdaki çobanla' benim oyum eşit mesela?" dedi. Üstelik AKP'ye oy verenleri 'ayak takımı' olarak nitelendirdi. Gürültü de ondan sonra koptu.

SAF ELİTİST

Özellikle AKP çevresinden gelen tepkiler çok sertti; "Edepsiz civciv, teneke kafa." Çobanlar, hakkında şikâyette bulundu. Bu kadarını beklemeyen Kayacı, ne yapacağını şaşırdı. "Lütfen profesörler, hocalar bana yardım etsin. Söylemek istediklerimi söylemeyi beceremiyorum," demeye başladı. Tepkiler azalmadığı gibi Aysun Kayacı'yı destekleyenler de vardı. Bir 'manken', bir 'medya yıldızı' bir anda ülkenin siyasi atmosferini belirleyivermiş, köşe yazarlarını bile ikiye bölmüştü. Peki bu kadar gürültünün nedeni neydi? Kayacı haklı olabilir miydi? Nasıl oluyor da sadece 'defileden defileye' elbise taşımak için seçilen Aysun ile beş yıllığına milleti temsil etmek için seçilen vekiller, bakanlar, parti başkanları, hatta başbakan siyasetin eşit taraflarında yer alıyordu? Magazin ve moda dünyasının seçtikleriyle, politik sistemin seçtikleri nasıl karşılaşabiliyor? Kayacı aslında vatandaşların 'eşit olmadığı' bir ülkede, 'Oylar niye eşit?' diye itiraz ediyor. Aslında ne hukuk, ne yasalar ne de toplum önünde hiç de eşit olmadığımızı biliyor, 'liberal' bir saflıkla bu eşitsizliğin oy mekanizmasında da kendini belli etmesini istiyor. Siyasetin sadece tartışılmaz liberal tezlere, kavramlara indirgendiği bir ülkede bu pek de anormal sayılmaz. Kayacı'nın sözleri saf elitist bir çıkış. Tıkır tıkır işleyen bir demokrasi olsaydı onun sözleri tartışılabilirdi. Zaten o zaman da Kayacı bunu söylemezdi.

MEDYA YILDIZI

Peki ya AKP'nin kapatılması istemiyle açılan dava üzerinden Kayacı'ya destek verenler? Elitizm ile laiklik savunuculuğunun iflah olmaz biçimde birbirine karıştığı siyasette, bayrağı ısrarla mankenlerin eline tutuşturmak isteyenlere ne demeli? Genel Başkanın, Ricky Martin gibi sisler içinde sahneye indiği, Tuğba Özay gibi çete sanığı bir magazin figürünün parti meclisine 'vitrin' unsuru olarak girdiği, Şahnaz Çakıralp gibi bir oyuncunun başka hiçbir özelliği olmamasına rağmen vitrine konduğu bu tuhaf gösteride Aysun Kayacı'nın da yer almaya hakkı yok mu? Kayacı'nın, ne kadar saçma olursa olsun, ne söylediği çok da önemli değil. Mesele koskoca bir ülkede bir 'medya yıldızının' sözleriyle hemen her şeyin, gösterinin ve onun en ışıltılı parçası olan magazinin, siyaset potasında erimesi, birbirine karışması. Siyasetin hemen hemen bütün aktörleri de güneşe doğru yükselen pervaneler gibi, kendilerini tereddütsüz olarak bu karışmanın merkezine, ışıltıya doğru atıveriyor... Yıllar önce Boğaz'ın serin sularında akıntıya karşı yüzme öğrenen kız çocuğu şimdi hiç ummadığı bir akıntıyla karşı karşıya. Bir yandan kulaç atıp kurtulmaya çalışırken, bir yandan da eline tutuşturulan bayrağın ağırlığıyla boğuşuyor. O bu tuhaf tartışmada hem asli fail hem de kurban.... Aylar önce ekrandaki çıkışlarını eleştirenlere verdiği yanıtta bunun ipuçları gizleniyor: "Zor bir insanım. 16 yaşında şöhret olmanın bana getirdiği zorluklar ve mantığımda bıraktığı arızalar var. İnsanların beni o arızalarımla sevmesi lazım." Kayacı'nın 'arıza' deyip geçtiği şey aslında koca bir ülke siyasetinin toptan 'şaft kırması' gibi bir şey. Mebus adaylarının 'birer boy resmiyle' katıldıkları, 'açık oy-gizli tasnif' sistemiyle yapılan seçimleri sadece 60 yıl ötede bırakabilen bir demokrasinin cilveleriyle karşı karşıyayız. Kayacı da bu cilvelerin en güzellerinden biri, galiba mesele da tam burada; doğruyu da söylese, ipe sapa gelmez şeyler de söylese, bunları söylemek için çok fazla güzel...
Haberin fotoğrafları