kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 26 Haziran 2007, Salı
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC

Yargıtay: Patrikhane ekümenik olamaz

Yeni Haber
Yargıtay, Türkiye topraklarında kalmasına izin verilen Partikhane'nin, tamamen Türk hukukuna tabi olduğuna işaret ederek, egemen bir devletin, kendi topraklarında yaşayan azınlıklara kendi vatandaşlarından farklı bir hukuk uygulayarak çoğunluğa dahi tanımadığı bir takım ayrıcalıkları onlara tanımak suretiyle özel bir statü vermesinin, Anayasa'da gösterilen eşitlik ilkesine açıkça aykırılık oluşturacağından kabul edilemeyeceğini vurguladı.

Yüksek Mahkeme, bu nedenle Patrikhane'nin ekümenik olduğu iddiasının yasal bir dayanağı bulunmadığına dikkati çekti.Fener Rum Patrikhanesi görevlileri, Vasil Yuanidi, Dimitri Bartalomeos Arhondon, Apostol Daniilidis, Yanaki Atanasyadis, Kostandinos Harisiyadi, Yorgi Diragun, Mihal Roka, Hirisostos Emilyos Konstandinidis, Dimitri Savaidis, Haralambos Sofronıadis, Hiristomo Kalaycı, Dimitro Komatas, Iakovas Fenerli hakkında,''dinlerden birine ait ibadet ve ayinden başkalarını men etmek'' iddiasıyla kamu davası açıldı.

Sanıkların, görev yaptıkları Fener Rum Patrikhanesinin, Bulgar ortodoks Kilisesi üzerinde ruhani üstünlüğü olduğu düşüncesinden hareketle Bulgar
kilisesinde papaz olarak görev yapan Konstantin Kostoff'un ''ruhanilik sıfatının kaldırılmasına karar alarak'' adı geçenin din özgürlüğünü
ihlal ettikleri'' iddia edildi.

Fatih 3. Asliye Ceza Mahkemesi, sanık Mihal Roka'nın ölümü nedeniyle kamu davasının düşmesine, diğer sanıklar Arhondoni, Harisiyadi,
Sofroniadis, Daniilidis, Kalaycı, Yuanidi, Atanasyadis, Diragun, Savaidis, Komatas, Konstandinidis ve Fenerli hakkında ise beraat kararı
verdi.

Davaya katılanlar Konstantin Kostoff ve Bujidar Cipof vekili ile Cumhuriyet Savcısının kararı temyiz etmesi üzerine dosya Yargıtay 4.
Ceza Dairesi'ne geldi.Daire, sanıkların eylemlerini ''din özgürlüğünü ihlal'' niteliğinde bulumadı ve onama istemli tebliğnameye uygun olarak Fatih 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nin, sanık Mihal Roka hakkında ölüm nedeniyle davanın düşmesi, diğer sanıklar yönünden beraat kararını oybirliğiyle onadı.

RUHANİ YETKİNİN KALDIRILMASI


Dairenin gerekçesinde, Rum azınlığa mensup Fener Rum Patriği ve Sen Sinod (Kutsal Meclis) üyeleri olan sanıkların, diğer bir Ortodoks
azınlık olan Bulgar kökenli Türk vatandaşlarının dini ayin ve işlerini yürüten Bulgar Kilisesi üzerinde dini ve hukuki açıdan hiç bir yetkileri
bulunmadığı halde, İstanbul Haliç'te bulunan Sen Stefan Kilisesi'nde (Demir Kilise) Bulgar Kilise Vakfı ile yapılmış iş akdine dayalı olarak
papazlık görevi yürüten ve kilisedeki ayinleri yöneten Konstantin Kostoff'un ayinlerde ''Fener Patriğine karşı itaatsiz davrandığı, ayin
sırasında Patriğin adını anması gerekirken anmadığı'' gerekçeleriyle ''ruhani yetkisinin kaldırılmasına'' karar aldıkları belirtildi.

Gerekçede, sanıkların, bu kararı Bulgar Kilisesi Vakfına ve dünyada çeşitli yerlerde bulunan Ortodoks kiliselerine bildirdikleri, ''bunun sonucunda baskılara dayanamayan Bulgar Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulunun
katılanın iş akdini fesh ederek kilisedeki görevini sona erdirdiği'' kaydedildi.

PATRİKHANE'NİN HUKUKİ DURUMU


Patrikhanenin Türkiye'deki hukuki durumunun irdelendiği gerekçede, Türkiye'deki azınlıklar konusunun Lozan Antlaşması ile düzenlendiği
anımsatıldı.Lozan Antlaşması'nın müzakereleri sırasında azınlıkların varlığı ve hakları görüşülürken, antlaşma metninde Fener Patrikhanesi ile ilgili
bir hükme yer verilmediğine işaret edilen gerekçede, antlaşmanın sonuç metninde ve konvansiyonun eklerinde, Fener Rum Patrikhanesi'nin ismen
dahi zikredilmediği, sadece bir azınlığın kilisesi olarak belirtildiği vurgulandı.

Bu nedenle statü olarak bir azınlık kilisesi olduğu kaydedilen gerekçede, anlaşma metninde Patrikhanenin hukuki durumuyla ilgili hiç
bir hükme yer verilmediğinden, durumun Lozan müzakerelerinin görüşme kayıtlarının esas alınması suretiyle tamamen Türk iç hukukuna göre
belirlenmesi gerektiği ifade edildi.

LOZAN KONFERANSI'NIN MÜZAKERE KAYITLARI

Dairenin gerekçesinde, Lozan Konferansı'nın müzakere kayıtları incelendiğinde, görüşmeler sırasında Türk heyeti tarafından
Patrikhanenin yurt dışına çıkarılması konusunda ısrar edildiği, müttefik temsilci heyetinin de resmi konuşmalarda, ''patrikhanenin siyasi veya
yönetime ilişkin işlerle asla uğraşmayacağı, sadece din alanına giren işlerle yetineceği'' konusunda garanti verdikleri ifade edildi. Bu
garantilerin 10 Ocak 1923'te görüşme kayıtlarına geçirilen sözlü anlaşma olduğu belirtilen gerekçede, bu garantilerin, Türk temsil heyetince
''sözlü senet'' sayıldığı ve yalnızca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından Rum kökenli Ortodokslar'ın dini işlerini (ayin, nikah, boşanma, vaftiz...) yürütmek koşuluyla siyasi ve yönetsel bütün hak ve yetkilerinden arındırılarak İstanbul'da kalmasına izin verildiği kaydedildi.

Gerekçede, Lozan Antlaşması'nın müzakereleri sırasında uzun süren tartışmalar sonunda belirginleşen Patrikhane'nin, Osmanlı İmparatorluğu
döneminde elde ettiği bütün ayrıcalıkları yitirdiği ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ile yeni bir statüye dönüştürüldüğü vurgulandı.
Dairenin gerekçesinde, bu durum çerçevesinde Patrikhane'nin, ''Türkiye'deki Rum azınlığın bir kilisesi olarak sadece dini yetkileri
haiz bir kilise niteliğinde ve antlaşmanın Azınlıkların Korunması başlıklı 35-45. maddeleri çerçevesinde mütalaa edilmesi gereken dini bir
kurum'' olduğuna işaret edildi.

''EKÜMENİK İDDİASININ YASAL DAYANAĞI YOK''

Türkiye topraklarında kalmasına izin verilen Partikhane'nin, Anayasa'nın 2. maddesine göre ''demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti'' olan
Türkiye Cumhuriyeti'nde, ''sadece belli bir azınlığa mensup kişiler üzerinde dini yetkileri haiz olan ve tüzel kişiliği bulunmayan dini bir
kurum'' olduğuna dikkat çekilen gerekçede, şu tespitler yapıldı:

''Bu nedenledir ki (Patrikhane), tamamen Türk hukukuna tabidir. Egemen bir devletin kendi topraklarında yaşayan azınlıklara kendi
vatandaşlarından farklı bir hukuk uygulayarak çoğunluğa dahi tanımadığı bir takım ayrıcalıkları onlara tanımak suretiyle özel bir statü vermesi,
Anayasa'nın 10 maddesinde gösterilen eşitlik ilkesine açıkça aykırılık oluşturacağından kabul edilemez.Bu nedenle Patrikhanenin ekümenik olduğu iddiasının yasal bir dayanağı bulunmamaktadır. İstanbul Valiliği'nin 6 aralık 1923 tarihli yazılarından anlaşılacağı üzere, Patrikhane'de dini ve ruhani seçimlere katılacak ve seçilecek kişilerin Türk vatandaşı olmaları ve seçim sırasında Türkiye'de görevli bulunmaları gerekmektedir. Bu husus da Patrikhane'nin ekümenik sıfatının bulunmadığının açık bir göstergesidir.

Patrik ve Patrikhane görevlilerinin sıfat ve faaliyetlerine ilişkin olarak Türk yasalarına tabi oldukları ve yapmış oldukları faaliyetlerin Türk yasalarına göre suç teşkil etmesi halinde Türk ceza yasalarına göre cezalandırılacakları tartışmasızdır.

Bu hukuki durum çerçevesinde olay değerlendirildiğinde, bağımsız kilise olma özeliğine sahip bulunan Bulgar Kilise Cemaati'nin kendi inançları
doğrultusunda gerçekleştirdikleri ayinlere ve ayini yöneten ruhani yetkililerin ayin yapma yetkisine ve içeriğine kimsenin karışamaması
gerektiği ilkesinden hareket edildiğinde, sanıkların almış oldukları kararın yasalarla korunmaya değer haklılığının bulunmadığı görülmektedir.''

DİN ÖZGÜRLÜĞÜ

Gerekçede, Anayasa ile koruma altına alınmış olan din özgürlüğüne karşı eylemlerin, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda, ''dinlerden birine ait dini
işleri veya ibadet ve ayinin yapılmasını men ve ihlal eden kimselerin cezalandırılacağı'' şeklinde yer aldığı, suç tarihinden sonra yürürlüğe
giren 5237 sayılı TCK'da ise din özgürlüğünü ihlal suçunun, ''dini ibadet ve ayinlerin toplu olarak yapılmasının cebir veya tehdit
kullanılarak ya da hukuka aykırı bir başka davranışla engellenmesi'' halinde oluşacağının hükme bağlandığı anımsatıldı. Dairenin
gerekçesinde, şöyle devam edildi:

''Sanıkların görev yaptıkları Patrikhane'nin yalnızca Rum kökenli Hristiyan Ortodoks inancına mensup Türk vatandaşlarının dini işlerini
yürütmeye yetkili olduğu gerçeğini göz ardı edip yasalarla belirlenen çerçeve dışına çıkarak ruhani olarak rütbe üstünlüğü olduğu düşüncesi
içeren bir savdan hareketle Bulgar Ortodoks Kilisesi'nde papaz olarak görev yapan katılan Konstantin Kostoff'un 'ruhanilik sıfatının
kaldırılmasına karar alınması' adı geçenin din özgürlüğünü ihlal niteliğinde bulunduğunu kabule yeterli değildir. Nitekim bu kararın üzerinden bir yıldan fazla süre geçmesine rağmen Kostoff'un ayinleri yönetmeye devam etmiş olması ve katılanın kilisedeki görevinin daha sonra Bulgar Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulu tarafından iş akdi feshedilmek suretiyle sona erdirilmiş olması da bunun bir kanıtıdır.''

Sanıkların eylemlerinde, yasaların öngördüğü koşular çerçevesinde ''dini işleri veya ibadet ve ayinin yapılmasını men ve ihlal'' veya ''dini
ibadet ve ayinlerin toplu olarak yapılmasının cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı bir başka davranışla engelleme'' unsurunun bulunmadığı belirtilen gerekçede, gerek 765 sayılı TCK gerekse 5237 sayılı TCK'da düzenlenen din özgürlüğünü ihlal suçunun oluşmadığı
sonucuna varıldığı belirtildi.

AA