|
|
|
|
|
Belarus gibi!
|
|
Amerika, halkını "hayır" için zorlayan Rum lidere kızgın. Papadopulos'un taktikleri Avrupa'nın mafya kalesi olarak bilinen Belarus'takilere benzetildi h.
Hafta sonuna girildiğinde, Washington Kıbrıs'taki referandum sonuçlarının ne olacağını çoktan kestirmişti. Ve Amerikalı yetkililer burnundan soluyordu. Her şeyden önce, tüm çabalara rağmen AKEL ve başındakiler "liderlik gösterememişti," Rusya kötü adam olma pahasına Birleşmiş Milletler'deki tasarıyı reddetmişti, Yunanistan "yeterince yardımcı olmuyordu" ve en önemlisi Kıbrıs Rum yönetimi Baas Partisi gibi davranmaya başlamıştı. Kızgınlıklarını gizleyemeyen Amerikalı yetkililer, Rum kesiminin devlet nimetlerinden yararlanarak referandumu etkilemek amacıyla uyguladıkları takdikleri bir bir sayıyordu: Lise talebelerine "hayır" kampanyası için tişörtler dayıtmak, diplomatları "hayır" hizmetine zorlamak, devlet kanallarında sansür uygulamak vs. Üst düzey bir ABD'li yetkili Papadopulos'un taktiklerini Avrupa'nın mafya kalesine benzeterek "Belarus gibi" diyordu. Diğerleri daha ağır ifadeler kullandı.
"GOL ATTIK" ANLAMSIZ ABD bugünden itibaren kuzeye yönelik ambargonun hafifletilmesi için bir dizi önlemi gündemine alacak. Bunlar arasında ilk olarak kuzeye doğrudan posta gelmesi, AB fonları için başvuru ve doğrudan uçak seferleri var. Hedef KKTC'nin tanınması değil; Amerikalı yetkililerin sık sık vurguladığı gibi "ambargonun hafifletilmesi." Buna karşın Türkiye açısından bakıldığında durum ideal olmaktan çok uzak. Hatta "gol attık" psikolojisine girmenin hiç anlamı yok. Çetin bir durum var Ankara'nın karşısında. Öncelikle, "hayır" hazırlığı içinde olan Rum kesimi son haftalarda ABD Kongresi nezdindeki lobi faaliyetlerini arttırdı, yeni lobi insiyatiflerine yönelmekte. Bu kendi içinde ABD hükümetinin tavrını belirleyecek bir tutum değil; ama önemsiz de değil. Neresinden bakarsanız bakın bu haftadan itibaren Rum kesimi Avrupa Birliği'nin eşit bir üyesi olarak masaya oturacak. Türkiye'nin pazarlık için geldiği masa bu. Yunan ve Rum makamlar Türkiye'nin tarih almasını engellemeyeceklerini söyleseler de bu, bugün için geçerli. Eğer KKTC'nin tanınması yönündeki adımlar çok hızlı giderse, Ankara ve Rum kesimi (ve Yunanistan) arasındaki hava ister istemez yeniden bozulacaktır. O zaman DEP'liler davasından tutun da Kürtçe kurslarına kadar Rum kesimi Avrupa içindeki Türkiye karşıtı "gizli" cephenin sözcüsü durumunda olacak, Türk-Yunan uyumu ister istemez örsünecek, Ege sorunlarıyla ilgili kapalı toplantılarda diplomatlar tarafından katedilen mesafe sıfırlanacak. Geçen haftalarda Avrupalılar'la görüşen ABD tarafı, sonbahara doğru Annan Planı'nın tekrar referanduma getirilmesi seçeneği için bastırıyor. AB şimdilik bunun olabileceği sinyalini veriyor. Ama kolay değil. Rum kesimi daha çok toprak ve taviz hayali içinde. Aynı planın oylanmasını kabul etmeyecektir. Ankara ise daha da çok taviz vermek için Avrupa'dan tarih alacağını garantilemek ister. İşte size "tavuk-yumurta" hikayesi. Referandum sonrası Dışişleri Bakanı Gül'ün dengeli ve serin kanlı açıklamaları dikkatimi çekti. Gül "O zaman KKTC tanınsın" gibisinden maksimalist bir pozisyon yerine "Ambargo kalksın" diyordu. Kuşkusuz bu tavrın arkasında yatan denge politikası, Türkiye'nin şu anda ihtiyacı olan şey. Önemli olan Gül'ün yaptığı gibi Türkiye'nin "ahlaki argümanı" kazanmış olduğunu hatırlatmak ve Kıbrıs halkının mağduriyetini azaltmak. Bence Gül ve Erdoğan'ın açıklamalarının ardında Yunanistan'la işleri çok germeme kaygısı da var. Bu da son derece isabetli. Unutulmasın ki şu aşamada Türkiye'nin stratejik hedefi KKTC'nin bağımsızlığı (yani tanınması) değil: Kıbrıs Türkü'nün ve Türk halkının Avrupa Birliği'ne girmesi...
|
|
|
|
|
|
|
|
|