| |
|
|
Dersaadet'te verilen hayat ve görgü dersleri...
"İGDAŞ'la 4 Mevsim İstanbul" diye, nefis bir dergi yayınlanıyor. Okuduktan sonra, kitaplıkta saklanacak bir dergi. Ebru Sönmez'in, "Telefon" üzerinde yapılmış çok ilgi çekici bir incelemesi vardı son sayıda. İstanbul'da ilk telefon ağı "Dersaadet Telefon Anonim" şirketi tarafından 1913'te kurulmuş. 1919'da İstanbul'da 9600 telefon abonesi varmış. Ankara-İstanbul arasında ilk telefon görüşmesi de, 1929'da yapılmış. 27 Haziran 1929'daki Cumhuriyet gazetesinde bir haber-röportaj var. "Ankara Telgraf ve Telefon Müdüriyeti Umumiyesi İşletmesi"nden Cumhuriyet yazıişlerini arıyorlar. Bu, İstanbul'a Ankara'dan yapılan ilk telefon araması. Cumhuriyet muhabirine şu bilgi veriliyor: - Oturduğunuz yerden telefonu açacaksınız. Matmazelden, nasıl numara istiyorsanız, öylece "Ankara ile konuşmak istiyorum" diyeceksiniz. Size verecekleri 3 dakikalık mükaleme 115 kuruştur... Benim Ebru Sönmez'in incelemesinde dikkatimi çeken nokta, telefon kullanıcılarına hep, "Şöyle yapın-böyle yapın" diye ders verilmesi oldu. Örneğin İstanbul'daki ilk telefonlar için, abonelere şu dersler verilmiş. - Ağzınızı telefonun mikrofonuna yakın tutun.. Konuşma bitmeden telefonu kapatmayın... Bağırarak konuşmayın... Santraldaki kızlarla muhabbete girmeyin. Bu nostalji kokan incelemeyi okurken, ben de 1950'li günleri hatırladım. İstanbul'da Yeniköy'den telefon etmek için, Tarabya santralındaki "matmazel"i arar ve öyle bağlanırdık. 1980 sonrasında Özal reformlarına kadar da, şehirlerarası konuşmalar, santral kızlar aracılığıyla yapılırdı. Yine "Ders" konusuna dönelim. 1988'de, PTT dergisinde "Telefon konuşmalarında nasıl hareket edilmeli" diye bir ders verilmiş. İşte bazı noktalar: - Konuşmadan önce kendinizi takdim edin... Mikrofonu dudak hizasında tutun... Konuşurken nazik olun... Nazik sese kapılıp, aşık olan, evlenenler vardır... Telefonda özel konulardan söz etmeyin, dedikodu yapmayın... Konuşacağınız konuları planlayıp, öyle konuşun... Bu dersler, aslında gereklidir. Bende belgeseller var lazer disklerde. Amerika'da ilk trafik ışıkları konulduğunda, topluma "Kırmızı"nın dur "Yeşil"in geç anlamına geldiği, filmlerle anlatılmış. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkelerine dönen Amerikalı askerlere de, "Kadınlı Toplum"da nasıl davranılması gerektiği, yine filmlerle hatırlatılmış. Örneğin, "Hep kendinizden bahsetmeyin" veya "Açık büfeden yemek alırken, kadınlara öncelik tanıyın" falan deniliyor. Geçenlerde internetteki "Bakire Kelebek" grubundan Eftelya, İnkilap Kitabevi'nin 1940 basımı "Modern Adabı Muaşeret" kitabından alıntı yaparak, "Dansta uyulması gerekli kurallar"ı aktarmıştı. Şunlar vardı... - Sıcak havalarda eldivenle dans edin... Dansa davet ederken, erkek önünü iliklemelidir... Kocalı kadınlarla, dans ederken manidar konuşulmaz... Gebe kadın dansa kaldırılmaz... Bilmediğiniz dansa kalkmayın... Dansı kadın istemez... Kadınlar dans ederken gözlerini kapatmamalı veya eşlerinden ayrılıp yalnız figürler yapmamalıdır. Aynı kavalye ile mütemadiyen dans etmeyin. Mayo ile dans etmeyin. Dans edenler temiz olmalıdır. Dansta sakız çiğnenmez, sigara içilmez. Rahmetli Necmi Rıza Ahıskan, 1950'lere kadar çok ünlü olan dans hocası Panosyan'a büyük bir para verip, dans dersi almış. Sonra bir gece, Taksim'deki Kristal'de, çok hoşlandığı bir hanımı dansa kaldırmış. Orkestra İngiliz valsi çalıyormuş. Necmi Rıza, adımını atamayıp, donmuş kalmış. Dansa kaldırdığı hanım, onu bir-iki döndürmüş. Mahcup, perişan, oturmuşlar yerlerine. Vasfi Rıza Zobu, "Neden dans edemedin" demiş. Necmi Rıza da "Panosyan beni aldattı. Kendisi hep kavalye oldu. Beni dam yerine koyup, dans ettirdi" demiş. Vasfi Rıza da gülüp, patlatmış esprisini, - O zaman sen de ipekli tuvaletini giyip, gelseydin Kristal'e, demiş. Ne dersiniz? Hepimizin, her konuda ders almamız gerekmiyor mu?
|