Resimdeki gözyaşları
Hep böyle oluyor. Aslında çok sevdiğiniz, önem verdiğiniz biri ölüyor ve siz, onu ne kadar sevdiğinizi ve önem verdiğinizi ancak "o" öldükten sonra fark ediyorsunuz. Bu arada herkes, hem kendi vicdanına, hem de başkalarının vicdanına dönüp soruyor, sorguluyor: "Neden yaşarken onu hatırlayamadık, neden nerelerde olduğunu, ne yaptığını merak edip soramadık?.. Neden yazdıklarını, çizdiklerini, şarkılarını unuttuk?" Oysa hayatın en trajik ikilemiydi yaşanan. Ya da insanoğlunun değişmez kaderi. Dünya öylesine hızla dönüyordu ki, kimse hayatın "gaile"leri içinde "vefa" ve "dostluklar" dair sessiz ibadetlerin vecibelerini yerine getiremeden geçip gidiyordu günlerin içinden. Ödenmemiş borçların vebalini sırtında taşıyarak.. Modern dünyada ne yazık yalnızca "ortak sevgilerin paydası" nda adı yazılı "kahramanlarımız" değildi "ihmal mağdur" vefasızlık kurbanları.. Değil başka iklimlerin gölgesinde; aynı şehrin sokaklarında hatıraları gezinen eş-dost, anne-baba, çoluk- çocuk, abi-kardeş ve arkadaş sıcaklıkları bile; haftalar boyu uzayan "iletişimsizlik" okyanusunun serin sularında boğulup gidiyordu.. Zeki Müren ölünce, Barış Manço ölünce, önceki gün de Cem Karaca ölünce hep aynı duygular yaşanmış, hep aynı vicdan hesaplaşmalarında sıkışmıştı göğüs kafesleri.. "Biz nasıl unutabildik, nasıl?" Ve ne yazık ki, modern çağda, bu hesaplaşmadan "mahkum" olarak çıkanların sayıları ülkelerin nüfusları kadar çoktu. Ve.. Yalnızca bir hesaplaşmanın toplu "mahkumiyet"inden gelen bir boynu büküklük değildi bizimkisi.. Cem Karaca'nın -ve onun gibi hayatlarımızı zenginleştiren "ötekiler" in- ölümünden sonra biliyor ve anlıyorduk ki; aslında canımızı sıkan, içimizi boğan, göğüs kafeslerimizi daraltan "kendi ölümlerimiz" di.. Onların kaybıyla birlikte bir parçamızın da öldüğünü hissediyorduk.. Yine böyle "ani" bir ölümden sonra söylediğimiz gibi; her kayıpla birlikte biz de azalıyorduk işte. Dost da olsak, düşman da, sevsek de sevmesek de; kızacağımız, güleceğimiz, kederleneceğimiz, tartışacağımız düşünceler -ve şarkılarüreten biriyle paylaşıyorduk dünyayı, Türkiye'yi. Sayesinde zengindik. Eksildik azar, azar. Bizi durduk yerde, bedava "zengin" eden adam gitti. Kaldık bir başımıza. Daha önce bizi terk edenler gibi. Daha önce eksiltenler gibi bizi. Azaldık azar azar.. Azalıyoruz. "İç sıkıntı"mız, "dış keder"imiz bundandır.. Hayatın "gaile"leri içinde ondan hiç söz etmeseniz de; şarkılarını dinlemeseniz de... Bilirsiniz ki... O bir yerlerde duruyordur işte. Şimdi yok!.. Şimdi fark ediyorsunuz.. Üşümeniz ondandır yokluğun ayazında.. 59 yaş ne kadar da genç aslında.. Yıllar öylesine darbeler vurmuştu ki yüzünün çizgilerine; resmini görenler çok daha yaşlı olduğunu düşünüyordu ne zamandır.. Oysa o da genç gitti işte Barış gibi.. Daha ne şarkılar üretecekken.. Vaktini geçirmiş sayılanlarla işimiz yok da!.. Sahi neden hep "onlar" erken erken gidiyor, neden? Neyse... Bir gün belki hayatta, geçmişteki günlerden bir teselli ararsak, bakacağız resmine.. Ve o resimde hep göz yaşları olacak nedense!
|