Cunda mahkûmları
Hafta sonunda yine düştüm bir türkünün peşine.. Hayatımda önemli bir yeri olan türkünün peşinden gittim..
O türkünün "ete-kemiğe" büründüğü bir Ege kasabasında, türküye can verenlerin arasındaydım ayaz gecelerde..
"Çökertme"den esinlenen, "Kurşun Yarası"nın setindeydim anlayacağınız..
"Madem bu dizinin doğuşuna böyle bir katkın oldu, gel bir soluk ta sen ver!" diyen "inatçı" davetleri geri çeviremedim..
İyi ki de gitmişim!.. İyi ki de düşmüşüm bir türkünün yoluna!
İş bu yazı, yıllardır kameranın karşısında "hakikate dair hayatları" paylaşan bir gazetecinin; bu kez "hayalleri" paylaştığı "mesleki bir haftasonu kaçamağı"ndan izlenimlere dairdir.
***
Çökertme türküsüsün esin kaynağı olduğu "Kurşun Yarası" Ayvalık'ta çekiliyor.. Cunda adasının önceki yüzyılın başlarından bugünlere kalan tarihi dokusu içinde..
Ayvalık'ta yaz akşamlarını serinleten Ege rüzgarları, bugünlerde "ayaz" olup iliklerine kadar işliyor insanın..
Lakin, macera devam etmek zorundadır ve maceranın kahramanları, her pazartesi akşamı ekranda görülen "Kurşun Yarası düşleri" için mecbur ve mahkumdur aralıksız çalışmaya...
Kurşun Yarası'nı "hayata geçiren" isimli-isimsiz kahramanların hemen hepsi "gönüllü bir sürgün"ün yolcularıdır aslında..
Eylül ayından beri, bir tür "mecburi hizmet"tir yaşadıkları.. İstanbul onlar için "sıla" olalı nice olmuştur..
Gece olup da kameralar, ışıklar toplandığında "gönüllü gurbetler" in yalnız ve soğuk geceleri başlar..
Ama ne gam!. Ertesi sabah, günün ilk ışıklarıyla birlikte yeniden "yoluna revan" olunacaktır koca bir ülkeye yaşatılan "sevda, dostluk ve ihanet" düşlerinin..
Haftalardır hatta aylardır çocuklarının, yavuklularının yüzlerini görmeyen vardır aralarında...
(Telefonlar da olmasa!..)
Zerrece şikayet eden de yoktur velakin..
Lakin..
"Ekmek parası" gailesi filan bir yana, karnı doysa da gönlü doymaz kimsenin; bir kameranın ardında ve önünde "en iyi düşler" kurulamamışsa şayet.
Üstelik...
Hayli zor zenaattir "yaşaması zor" bir memlekette düş satıcılığı...
***
Onlar, aylardır başarıyorlar işte.. Hem de bir memleket türküsünün kısacık "iç sesi"nden; uzun bir "memleket ve aşk" hikayesi çıkararak.. Kılı kırk yararak...
Ekranda size bir "solukluk" gelen saniyeler için saatler boyu ter akıtıp, emek ve yürek dökerek yaptıkları işe..
Evet.. Oradaydım hafta sonunda... Ayvalık'ın ayazında, Cunda mahkumlarının arasında...
Yıllardır "hakikatleri kaydeden kamera"nın karşısında "hayat oyunu"nu oynayan adam; bu kez "düşleri kaydeden kamera" önünde söyledi sözünü...
Ve anladı ki; ne kadar zorsa bu hayatta "hakiki" olmak...
"Gibi" olmak da hayli zordu hayat oyununda..
Ve bir şeyi daha anladı:
"Düşler perdesi"nde başkalarının yazdığı senaryolardan replikler okunuyor tamam..
Ya bizim perdemizde?
Her akşam haber bültenlerinde okuduğumuz ve hakikat sandığımız "hayat"ın senaryosunu kim yazıyor peki? O ne kadar bize ait, o ne kadar hakiki, o ne kadar "hayat gibi"?...
Hepimiz, her akşam, ekran kostümlerimizi giyinip ve kravatlarımızı kuşanıp ve "ekran makyaj"larını boyanıp ta; "ramp ışıkları"nın karşısında "motor" dedikten sonra haber bültenleri...
Söz gelimi: "Mutlu akşamlar efendim.. Bu sabah HSBC önündeki patlamada 25 kişi öldü.." derken.. Ya da "Bağdat'ta çocuklar katledildi yine gece bombardımanında!" diye kırık bir sesle mırıldanırken..
Biliyor muyuz, kim yazdı bu oyunun senaryosunu?..
Bize mi ait bu "yaban ve yalan dünya" hikayeleri?
Kim sahneye koyuyor haber bültenlerini? Kim?
***
Ne tuhaf!.. Hafta sonunda "Kurşun Yarası"nın kameraları karşısında replikleri okurken, içimiz ne kadar rahattı vicdan tartılarında... Senaryosunu birlikte yazdığımız bir oyunun parçasıydık masallar aleminde.. Nasıldı o şarkı?
"Ya gerçek olsa masallar, ya da biz masal olsak!"
Velhasıl...
Hoş bir masaldı yaşanan Cunda akşamlarında.. Döndük ya.. Masal orada,
"Kalbim Ege'de kaldı!.."
|