Kurşun döke döke biter!
Denize düşen anakondaya da sarılıyormuş meğer, mürene de... Başkasında görüp, duyup, makara yaptığım ne varsa bir gün mutlaka benim de başıma gelir zaten... Bu yüzdendir ki, en sık hatırladığım atasözleridir; "Gülme komşuna gelir başına", "Acıma, acınacak duruma düşersin", "Büyük lokma ye, büyük söz söyleme" vs...
Yine öyle oldu... Aslında zaten, pek huzurlu bir kadın değilimdir ama, son aylarda, düşünün ki "bela beni göbek adım"dır diyen bana bile, "Eh be birader bu kadar da olmaz ki!" dedirten olaylar silsilesiyle sersemledim.
Sonra da o şuur kaybıyla annemin, "Kızım sana bir kurşun döktürelim" teklifine şöyle ağız dolusu bir "Saçççmalama aneee" diyemedim...
Dilim tutuldu... Tutulan diğer organlarımla evde öylece yatarken, kapı çaldı ve içeri üç tombiş kadın dalıverdi; annem, teyzem ve kurşun dökme mütehassısı bir başka teyze...
Daha önce bu enteresan törene şahit olmayanlar için bir özet geçeyim...
Bu iş için gerekli malzemeler:
Isıya maruz kalmaktan şekil değiştirmiş bir çorba kepçesi
Birkaç parça kurşun
Bir örtü
İçine bir parça soğan, bir adet madeni para ve bir lokma da ekmek atılan su dolu tencere
Kurşuncu teyze dua okuyarak erittiği kurşunu, tam üç kez, siz üzerinizde bir masa örtüsüyle "kek" gibi beklerken gelip göğüs, göbek ve ayak bölgenizin üzerinde tenceredeki suya "cosss" diye döküyor...
Sonra da size, suda katılaşan kurşunun üzerindeki dikensi görüntüyü gösterip; "Vah vah kızım, senin üzerinde ne çok göz varmış böyle" deyip olaya bir de gerilim katıyor...
Çünkü siz o andan itibaren başlıyorsunuz etrafınızdaki kem bakması muhtemel isimleri gittikçe büyüyen bir öfkeyle aklınızdan geçirmeye: "Ulan hangi ibiş arkamdan dolap çeviriyor acaba" diye!
Son işlem ise acayip bir şekle dönüşmüş kurşunu üç gün yastık altında tutup, üçüncü günün sonunda denize atmak...
İşte ben bir burasını beceremedim..
Her gün Bostanlı-Pasaport arasını vapurla geçmeme rağmen utancımdan çantamda gezdirdiğim o küçük parlak metali çıkarıp da bir türlü Körfez'le buluşturamıyorum...
Tam elimi çantama atıyorum, çaktırmadan atayım diye, sanki vapurun çaycısı dahil herkes bana bakıyormuş gibi geliyor...
Bana bakacaklar, önce, "Koskoca kadın olmuş, okumuş, etmiş bir de üstüne gazeteci olmuş (alnımda ışıklı tabela var ya!), ama hâlâ utanmadan kurşuna murşuna inanıyor" diyecek ve ardından tempo tutup şöyle bağıracaklar: "Saalaak, saalaak!"
Acaba ritüeli tamamlayamadığımdan mı, hâlâ iyi hissetmiyorum kedimi...
Onca eziyet boşa gitti galiba, kurşununa yanayım!
Mavi, laci, beyaz
Batıl inançlardan söz açılmışken, bu sene ülkecek hepimizin maşallahı olacak, Allah hepimizi nazarlardan sakınacak...
Çünkü hangi incik-boncukçu vitrinine baksam nazar boncuğu figürlü kolyeler, yüzükler, tokalar, bileziklerle dolu...
Ben şahsen sadece mavi, lacivert ve beyazın birlikteliğinden hoşlandığımdan bunların hepsinden birer tane edindim...
Yoksa inandığımdan değil!
Şimdi de, acaba diyorum, bir nazar boncuğu kostümü diktirip Beyaz'ın Hüsmen Dayısı gibi uçan daire yuvarlaklığında ortalıkta mı dolansam?
Yani o renkleri sevdiğimden!
Yalnızca bu!
Öncel DÜZDEMİR
|