kapat
19.02.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
Limasollu
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 DİYET
 TATLILAR
 CİNSELLİK
 PAZAR SABAH
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HİGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Polis sınıfı geçemedi!..

Son yılların en gergin derbisinde olay çıkmadı diye polisler sakın sınıf geçtiklerini sanmasınlar.. Kaldılar.. Gene sınıfta kaldılar.. Çünkü temelde alınması gereken önlemleri gene alamadılar.. Tek hedeflerinin olay çıkmaması olduğu bilinci ile hareket ederek, hiç olmaması gereken polis devleti ve terörü görüntüleri yarattılar o kadar..

Başarılı oldularsa, biraz da, Galatasaray'ın hımbıllığından.. Maçı Galatasaray kazansa, o dört kırmızı kart Fenerlilere çıksa, orası neye dönerdi, bir düşünmek gerek..

***
Elinde geçerli maç bileti olan yüzlerce vatandaşın kapılarda kalması polisin ayıbıdır. Polis orada vatandaşa yardım için vardır.. Hakları gasp edilmiş insanların suratına demir kapıları iterek kapamak, görevin kötüye kullanılmasıdır.

Bu her önemli maçta Ankara'da da oluyor.. Tribünler onun bunun ahbabı bedavacılar, ya da kapıda duran polislerin de aralarında bulunduğunu bir zaman gözlerimle gördüğüm uyanık çetelerin para ile içeri aldıkları ile doluyor.. Elinde biletle gelen kapıda kalınca, doğal olarak polisten yardım istiyor ve istediğine isteyeceğine pişman oluyor. İtiliyor, kakılıyor, hakarete uğruyor, hatta dövülüyor, hatta panzerler üzerlerine su sıkıyor.

Bedavacılar ve sahtekarları içeri alan polis, hak sahibi vatandaşları kovalıyor.. Bu mu görev anlayışı, Ankara ve İstanbul Valileri lütfen cevap versinler?.

***
Geçen hafta yapılması gerekenleri madde madde yazmıştık.

Şimdi bakalım..

1- Stada meşale sokulmasına engel olamayan polis, bunların yakılmasını seyretti.

2- Galatasaray tribününe yüzlerce taş yağdı.. Polis sıkı aramalara rağmen bu taşları bulamadı. Atılmasını seyretti.

3- Küfür korolarına hiçbirşey yapılmadı.. Bir gurup, Galatasaray futbolcusu Emre'nin sevgilisine akıl almaz iğrençlikte küfür ederken, onlara da engel olunamadı. Emre'nin kırmızı kart görüp atılmasında, bu öfkenin, bu tahrikin rolünün olmadığını söylemek zor.

4- Sahaya yığınla aşağılayıcı ve tahrik edici madde atıldı. Lucescu'nun üzerinde patlayan ayran ve maç sırasında Mondragon'un kalesine atılanları polis seyretti.

5- Polis, ayakta durulmasına ve koltukların tekme ile kırılmasına göz yumdu.

6- Polis biletlilerin kendilerine ayrılan yere oturmalarını sağlayamadı. Sağlasa zaten yüzlerce kişi dışarda kalmazdı. Herkes yerli yerine oturmayınca terör ve küfür çeteleri, bir araya gelip fesat odaklarını gene oluşturdular.

7- Merdivenlerin karşıdan bakınca ip gibi açık görünmesi, simgesel olarak çok önemliydi. Bu düzgün görüntü, stadda devletin olduğunun ve düzeninin sağlandığının işareti olacaktı. Polis bunu da başaramadı. Karşıdan bakınca düzen değil, başıboşluk ve karambol göründü.

8- Valinin emrine rağmen, maçın bitiminde önce 1100 Galatasaraylı boşaltılmadı.

***
Özet..

İstanbul polisinin maç ve maç görevleri konusunda daha çok eğitime ihtiyacı var, bir.. Polis şeflerinin de, olası olaylara karşı planlar yapmaları gerek.. "Ben yaptım oldu" demekle olmuyor, gördünüz.. Gerekirse, bir iki polis şefini Avrupa'ya yollayalım.. Görsün, öğrensin, gelsin ve öğretsin..

Bunu yapmazsak daha çok sınıfta kalırız!..

Ta ki, acı bir olay yaşayana dek!..

Meyhane.. Mescit!..
Ko riyapişeler mescitte etsin riyayı,

Meyhaneye gel, ne riya var ne mürai!.

Ne demek..

Bırakın, yalancılar, Mescitte yalan söylesinler..

Meyhaneye gel.. Ne yalan var, ne iki yüzlü..

Şimdi bunları ben söylesem, yolumu çevirip linç edecek fanatikler çıkar ülkemizde..

Allahtan söyleyen ben değilim.. Vasfi Ayaz'ın yolladığı dizelerin yazarı Şeyhülislam Yahya Efendi (1564-1644)..

Yani bu ülkenin laik değil, İslam ülkesi olduğu Osmanlı devrinde Halifeden sonra gelen iki numaralı İslam büyüğü..

Dahası.. Babası da Şeyhülislam.. Zekeriya Efendi.. Yani adamın tüm yaşamı din içinde geçmiş..

O böyle diyor..

Mescitte yalan var, meyhanede yok..

Recep Tayyip Erdoğan'ın niçin meye ve meyhanelere karşı olduğunu da anlıyorsunuz tabii.. İçtin mi, yalana ve iki yüzlülüğe devam mümkün değil.. Alkol, insanı kendine döndürüyor.. Ne iseniz o oluyorsunuz.. Artık takiye makiye mümkün değil.. Riya da, mürailik de..t

Bu nasıl ayıp?..Fener Başkanı Aziz Yıldırım'ın kongrede adaylık koymayı düşünenleri adeta tehdit için "Martta seçilmezsem, kulübün ortasına saatli bomba bırakırım" demesi nasıl bir demokrasi ayıbı, Fenerbahçe Cumhuriyeti'nde(!) işlerin nasıl yürüdüğünün nasıl tatsız bir göstergesi ise, Ali Şen'in yanıtı daha çirkin, daha ayıp..
Hayır "Ben desteğimi çekiyorum" tehdidi değil, çirkinlik ve ayıp.. Herkes herkesten desteğini çekebilir. Doğal.. Kaldı ki Ali Şen, Aziz Yıldırım'ı aslında hiç desteklememiş, şiddetle karşı iken, aba altından sopa gösterire dönmüş, daha sonra Yıldırım Fener camiasında büyük prim yapınca, lehinde bir iki yazı yazmayı kendi menfaatlerine uygun görmüştür.

Asıl ayıp olan, sadece Türkiye gazetesinin gündeme getirdiği, Fener medyasının bilerek görmezden geldiği laflarıdır.

"Giderim taraftarla birlikte, alırım o bombayı, artık NATO'da mı, yoksa başka yerde mi patlatırım, orası hiç belli olmaz" ne demektir. Bu neyin iması, neyin tehdidir?.

"Futboldan, Fener'den konuşurken NATO nerden çıktı" demeyin sakın.

Aziz Yıldırım'ın bombasının NATO'da patlaması durup dururken edilmiş bir dam üstünde saksağan lafı değil, tam tersine çok dikkatle seçilmiş bir ifadedir.

Aziz Yıldırım bu ülkede sayısı çok az NATO müteahhitlerinden biridir. Fenerbahçe'ye 40 milyon, stada 20 miyon dolar harcayacak kadar büyük servetin kaynağı NATO'nun işleridir..

..Ve de Ali Şen şimdi "Bombayı NATO'da patlatırım" demektedir..

Ali Şen bir şey mi biliyor, elinde belgeler mi var?.. Aziz Yıldırım'a gözdağı mı veriyor, tehdit mi ediyor, bilmem..

Bildiğim tek şey, böyle çirkin imaları ortaya atarak, ayıp, çok ayıp ettiğidir. Ama terbiye özürlü adamın bu ne ilk, ne de son ayıbıdır.

Nasıl yani?..
Zülfü'yü okuyorum.. Bir aydınlar gurubu iki gün bir arada olmuşlar, onu anlatıyor tatlı tatlı.. Bir satıra takıldım..

"Dünyada demokratik yolla seçilmiş ilk devlet başkanı" da aralarındaymış.. Vigdis Finnbogadottir.. Bu adı ilk defa duyuyorum.. Adam da, 200 yaşında falan olmalı, hesaplarıma göre.. Demokratik yolla devlet başkanı seçilmesinin yakın tarihi 1700'lerin sonlarında başlıyor.. İzlandalılara sorarsanız, çok daha eski ya.. Tabii bir de Antik Yunan var. Orada da seçimler yapılmış, hatırladığım kadarı ile..

Zülfü, dünyanın demokratik yolla seçilen ilk devlet başkanının bizim kuşaktan olduğunu söylüyorsa, bir bildiği vardır, hem de çok ilginç..

Onu da bir yazı konusu yapıp bizi aydınlatır mı acaba?..

Sahipsiz kent!..
Pazar günü saat 15.00 suları.. TRT'ye gidiyorum, Kuruçeşme Stüdyolarına.. Bizim Tele Pazar var.. Ulus'tan ağaşı iniyoruz. Yolun ikiye bölündüğü yerde bir kaza.. Arabanın biri belli hızlı gelip toparlayamamış, orta refüje bindirmiş. Refüj darmadağın.. Taşlar, topraklar, bitkiler yollara saçılmış. Bir trafik arabası gelmiş, iki de polis orada.. Arabayı kullananı sorguluyorlar. Arabada pek bir şey yok, kaza önemli değil..

Aradan dört saat geçti.. 19.00 suları.. Hava kararmış, ayni yönde dönüyorum.. Yola savrulan kaldırım taşları aynen duruyor..

İnsanın vicdanı sızlar o yolu öyle bırakırken.. Kazaya hem de nasıl davet..

Peki o iki trafik polisi oraya geldiler, arabaya baktılar da yola bakmadılar mı?.

Vatandaşın sağlıklı dolaşmasından sorumlu değiller mi onlar?.. Telsizleri, telefonları var, belediyenin ilgili bölümlerini çağıramazlar mı?..

Hadi yapmadılar, orada beş on taş var.. Kaldırıp atsalar ellerine mi yapışırdı?..

Bu nasıl görev anlayışıdır?. İstanbul Trafik Polisi kent halkına böyle mi sahip oluyor?. Görevleri kazadan sonra gelmek mi, yoksa aslında kazayı önlemek mi?..

Herkes kendisine bir görev sınırı çizmiş.. Ötesi umurunda değil..

Yazık ki, ne yazık!..

Teşekkürler Milliyet!..
Mavi tepe lambalarının nasıl yasadışı, nasıl keyfi kullanıldığını yazmıştım köşemde.. Benim köşemi her zaman olduğu gibi gene Milliyet en iyi izledi..

Birinci sayfada manşetten girdiler.

"Lambayı yak, keyfine bak.."

Verdiğim adrese gitmişler.. 12 milyon vermişler.. Ben "15" demiştim. Onlar pazarlık yapmış anlaşılan..

Ve de Talimhane'de 12 milyon liraya satılan bu tepe lambası ile İstanbul'da ihlal edilmedik trafik suçu bırakmamışlar.. Hem de trafik polisinin gözleri önünde..

Hatta ne yapmışlar?.. Kavşak içinde, yolun ortasında durup, tüm trafiği tıkayarak, orada görevli polise adres sormuşlar. Polis büyük bir şirinlikle yanıtlamış.. "Burada durulur mu?.. Babanızın tarlasında mısınız" demeden..

Sabahtan akşama kadar bu 12 milyonluk lambanın sağladığı ayrıcalığı ile İstanbul'u gerçekten babalarının tarlası yapmışlar.. Kırmızıda geçmişler, ters yöne girmişler, emniyet şeridinde sıra bekleyenleri atlamışlar, yasak U dönüşleri yapmışlar..

Çıt yok.. Ne vatandaştan, ne polisten çıt yok.. Sıkılıp, bu defa kendileri gitmişler polise.. Trafik polisi arabaları ile yan yana sürmüşler.. Olmamış.. Bunun üzerine durup, polisle konuşmuşlar.. Gene karışan görüşen yok..

Özet..

Benim yazdıklarımın ne kadar doğru olduğunu bizzat yaşayarak kanıtlamışlar..

Daha öteye gitmişler.. İncelemişler.. Zaten yakalansalar da bir şey değil.. 20 milyon lira para cezası var.. O da bir polis memuru cesaret ederse.. Çünkü cesaret edenlere o mavi lambalı arabadan inenler, ruhsat ehliyet göstereceğine, kendileri, künye, numara soruyorlar ve o polis ertesi gün sürülüyormuş.. Örnekleri var, niye sorsun ki.. Devlet işin ucunu koyvermiş, aldırmıyor, zavallı polis niye donkişotluğa soyunsun ki..

Şimdi sevgili vatandaşlar.. Derhal Talimhane'ye gidin, 12 milyona bir tepe lambası satın alın ve keyfinize bakın..

***
Rahatça bakın.. Çünkü polis bu işe karışmıyor.. Selam duruyor, tersine..

Ben bu tepe lambası işini yıllardan beri Emniyet Müdürlerine sorarım.. "Kimler ne, zaman, nerede kullanır, bana yönetmeliği fakslayın" diye.. Yollamazlar.. Çünkü yok.. Çünkü yasadışı.. Valilere sorarım ayni soruyu.. Gene yanıt vermezler.. En son geçen hafta İçişleri Bakanı'na sordum.. Ondan da yanıt gelmedi..

Sayın Bakan, ısrarlı ve inatçıyım.. Mavi tepe lambası diye bir şey yasalarda ve yönetmeliklerde var mı?.. Yoksa birileri icad ettiler de, polis selam mı duruyor..

Lütfen, açıklamanızı bekliyorum..

***
Tabii şimdi Milliyet'in birinci sayfa manşetten girmesinin etkisi başka olabilir. Bir köşe yazısı ile, gazetenin manşeti ayni mi?.. Milliyet ve Mehmet Yılmaz, tuttuğunu da koparır.. Bu işin peşine düşecekler.. Çözecekler ve çözmüş olmanın gururunu da, haklı olarak yaşayacaklar..

Mesele fikri ortaya atmak değil.. Mesele fikre sahip çıkmak ve takip etmek..

Ortaya attığım sorunları, hiçbir gocunma duymadan takip eden Milliyetçilere teşekkür ederim..

Dilerim örnek olurlar!.

TEBESSÜM
Fıkra Yıldırım Tuna'dan

Sarhoşun biri parkta havuza çişini yaparken onu gören polis bağırmış.. "Ne yaptığını sanıyorsun? Elli metre ileride umumi tuvalet var!" diye..

"Ya sen bunu ne sanıyorsun?" diye bağırarak cevaplamış sarhoş, "İtfaye hortumu mu?"

SEVDİĞİM LAFLAR
Küçük şeylere gereğinden çok önem verenler, elinden büyük iş gelmeyenlerdir.

Eflatun



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır