Geçen hafta bir gün, sabahleyin beni American Ulusal Demokratik Enstitü'nün (National Democratic Institute) Hilton'daki kahvaltısına çağırdılar.
Aynı gün öğleyin Amerikalı milyarder George Soros'un Açık Toplum Enstitüsü'nde (Open Society Institute) pizza yemeğe davetliydim.
Asık suratlı ve aksi olduğum; her toplantıda tek kişilik, çenesi kapatılması güç bir azınlık teşkil ettiğim için beni böyle toplantılara pek davet etmezler. Bu defa, nedense iki davet ardı ardına geldi. Belkifaksi ve asık suratlı olanların ve her toplantıda tek kişilik bir azınlık teşkil edenlerin modası geldi de benim haberim yok.
Hilton'daki kahvaltıda ev sahipliğimizi yapan Büyükelçi Nelson Ledsky, Türkiye'nin 11 Eylül'den sonra dünyada yeni bir rol oynayabileceğinden bahsetti.
Türkiye demokrasisi, laikliği ile falan Müslüman ülkeler için bir model olabilirmiş. Bu konuda uzun uzun konuştu.
Öğleyin tartışılan konu ise, Açık Toplum Enstitüsü'nün Avrupa Birliğine aday olan ülkelerde yaptığı bazı standart araştırmaların Türkiye'de yapılmasının faydalı olup olmayacağı idi. Aday ülkelerde (Türkiye, Kıbrıs ve Malta hariç) yolsuzluk, azınlıklar, hukuk, kadın erkek eşitliği gibi konularda araştırma yapıyorlar. Bu araştırmalar adaylara rakipleri ile karşılaştırıldığında nerede durduklarını gösteriyor.
Bu araştırmaların Türkiye'de de yapılmasının bir yararı olur mu idi?
Açık Toplum Enstitüsü'nün Bebek'teki merkezinden çıkıp çiseleyen yağmurda arabamı parkettiğim kaldırım kenarına doğru yürürken; ne yalan söyleyim, aklımın gündemindeki baş konu bu değil, büyük bir olasılıkla kilitlemeyi unuttuğum arabamın içerisindeki çantamda
unuttuğum cüzdanın çalınıp çalınmamış olduğuydu.
Beş dakika sonra (a) arabanın kapısını kilitlemeyi unuttuğumu ancak (b) cüzdanımın çalınmadığını keşfedip rahatladıktan sonra gri hücrelerim yeniden yukarıdaki konulara döndü.
Galiba, dedim kendi kendime, Açık Toplum Enstitüsü ve Ulusal Demokratik Enstitü bir tür çağımızın misyonerleri.
Eskiden misyonerler vardı. Biliyorsunuz. Şapkalı, keten giysili, gözlüklü,fzaman zaman yerlilerin insan eti ihtiyacını karşılayan. (Soru: Uyku tulumunda uyuyan misyonere ne denir? Cevap: Yatakta kahvaltı.)
Misyonerler Afrika'da, Güney Amerika'nın ormanlarında, Çin'de ve Hıristiyan olmanın nimetlerinden mahrum diğer ülkelerde Hıristiyanlığı yaymaya uğraşıyorlardı.
Misyonerler artık yok çünkü Batılıların Hıristiyanlıkla olan bağları gevşedi. Birçok batı ülkesinde laik değerler (ve alışveriş merkezleri) dinin yerini almaya başladı.
Ulusal Demokratik Enstitü ve Açık Toplum Enstitüsü gibi kuruluşlar galiba bu laik değerlerin misyonerliğini yapıyorlar. On dokuzuncu asırda Hıristiyanlığı ihraç eden Batı, şimdi demokrasi ve açık
pazar felsefesini pazarlıyor. Bunların nimetlerini anlayabilmemiz ve yöntemlerini adapte etmemiz için birazcık yardıma ihtiyacımız olduğuna inanıyorlar. Kendi kendimize yardım etmemiz için bize yardım etmeye çalışıyorlar.
Ve bu işi korkusuzca yapıyorlar: Artık insan eti yerine pizzayı tercih ettiğimizi biliyorlar.