kapat

15.07.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
intermerkez
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Türkiye'nin ilk kadın jinekoloğu Pakize Tarzi
Tıp öğrenimini 1932 yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nde tamamlayan Pakize Tarzi, Türkiye'nin ilk kadın jinekoloğu ve başarılı bir doktor olmasının yanında, doktorluğunu kısa zamanda girişimciliğe dönüştüren bir isim. Bugün kendi adını taşıyan bir klinik ve yedi laboratuvara sahip.

Türkiye'nin ilk kadın jinekoloğu Pakize Tarzi'nin ilginç bir yaşam öyküsü var. Afgan prenslerinden Fettah Tarzi ile yaptığı evlilikten üç çocuğu, dört torunu olan Tarzi, Mimoza dergisinin Cumhuriyet'in 75. yılı dolayısıyla seçtiği "75 Başarılı Kadın" arasında da yer alıyordu.

- Yıllar önce bir kadın olarak, doktorluğa nasıl karar verdiniz?

Pederimin müfettiş olması dolayısıyla uzun zaman aynı yerde oturamadığımızdan, liseye kadar hususi tahsil ettik. Ancak lisede okula gidebildim. Tıbba girme isteğim, küçüklüğümden beri vardı. Hasta kedileri, kuşları toplar, onlara bakardım. Nerede hasta varsa, onun yanındaydım. İçten gelen bir his. Mukadderatı ilahiye mi, nedir? Ailem, çok yorulacağım için istemedi. Israr ettim. Babam çok hoş bir zattı. Bütün arkadaşlarını topladı, "Bu kızım gayet acayip fikirlere sahip. Doktor olmak istiyor. Ne dersiniz?" dedi. Bir bana baktılar, bir de doktorluğu düşündüler. Şaşırdılar. Biraz sual sordular. Neyse, çıktık açık alınla. İzin çıktı. İstanbul Tıp Fakültesi'ne girdim. Babam, "Vazgeçmek yok. Sonunu getiremeyeceksen izin yok," dedi.

- Tıp Fakültesi'nde sizden başka kız öğrenci var mıydı?

Beş taneydik. Öbürleri ne oldu, bilmiyorum.

- Jinekolojiyi niye seçtiniz?

İşte o garip bir iş. Jinekolog olmayı hiç düşünmezdim. Çünkü talebeyken bir kere doğum gördüm. Ödüm koptu... Zenci bir hanım. Simsiyah, kocaman bir hanım, onu öyle görünce... Eyvah, bir yanardağ bağırıyor gibi geldi! Gömleği atmamla, kaçmam bir oldu. Kulağımda hep o kadının bağırması... Bu yüzden hiç taraftar değildim jinekolojiye. Hocamız konuşa konuşa beni ikna etti. Kadınların, kadın hekime ne kadar ihtiyaçları olduğuna beni inandırdı. Çok ihtiyaç vardı. Ebelerin ellerindeydiler. Erkek doktora gitmeleri pek kolay olmuyordu. Hâlâ pek tercih etmiyorlar.

Sevmeden yapılmaz
- Jinekolojiyi sonradan sevdiniz herhalde...

Sevmeden bir meslek yapılmaz. Çok insan tanıdım ama ben insanları hep rahatsız tanıdım. Daima hüzünlü, hasta zamanlarına tesadüf ettim. Muayenehane açtıktan sonra kadın olduğum için en yüksek tabakadan, en alt tabakaya kadar bana geldiler. İnönü'nün bütün ailesine aşağı yukarı ben baktım. Üniversiteden sonra, günde 12-14 hastaya bakardım. Para almadığım çok hasta olmuştur. Hamdolsun, her şeyi elimden geldiği kadar iyi, dürüst yapmaya çalıştım. Yüzde 99 sevildim.

- Sizi çok korkutan bu doğum olayı, anne olmanızı engellememiş...

Onu seve seve yaptım. Zahmetlerini çektim. İki kızım, bir oğlum oldu. Büyük kızıma karşı biraz hatalıyım. İtalya'da hamile kalmıştım. Türkiye'de doğurmak istedim. Riskini bile bile yola çıktım. Uçakta sancım tuttu. Selanik'e mecburi iniş yaptık. Türk olması için Türkiye'de doğurmak istemiştim, İtalya'da olsa belki Afganlı olacaktı.

- Eşiniz nasıl biriydi?

Afganlıydı. Kraliçe Süreyya Hanım'ın kardeşiydi. Tahsilini İngiltere'de yapmış. Çok efendi, çok kibar bir zattı. Pederiyle, validesiyle Şişli'de aynı apartmanda oturuyorduk. Kendisi kraliçeyle Roma'da yaşıyordu. Kısmet, tanıştık. Evlenme teklif etti. "Ben çalışıyorum, Roma'ya gidemem," dedim. Çalışmama Roma'da da devam edebileceğimi söyledi. Roma'da üniversite hastanelerinde çalıştım. Kocam nereden, ben nereden... Kısmet olunca oluyor işte. Evliliğimiz fevkalade gidiyordu. Birbirimize çok uymuştuk. Bir Afgan ile bir Türk ne kadar kabilse. Fevkalade bir insandı.

- Aşık olarak mı evlendiniz?

Tabii, başka türlü kolay kolay olmaz. Evvela mesleğime, sonra kocama aşık oldum. Güzel bir his. Hem mesleğini, hem kocanı, hem evlatlarını, hem evini sevmek. Hepsine yetişmek kolay değil.

"Niyetim klinik açmak"

- Eşinizin, başarınıza katkısı oldu mu?

Daima güçlendirdi, hep yardım etti. Hiç engel olmadı.

- Girişimciliğe geçişiniz, Pakize Tarzi Kliniği'ni kuruşunuz nasıl oldu?

Çok sevdiğim bir arkadaşımın kliniğinde, çok sevdiğim bir insanın doğumunu yaptırdım. Doğumdan sonra görmeye geldim. Hemşire, bebeği getirmekte gecikti. "Kızcağızım neredeydin?" dedim. "Efendim, tüberkülozlu bir hasta var. Kan çıkarttı, onu temizledim," dedi. Der demez, aklım yerinden oynadı. Elini yıkadı mı, ne biçim yıkadı? Eyvahlar olsun! Hastanede doğum yaptık, bebeği enfekte edip gidiyoruz. Hemşirenin de suçu yok. Hem doğum, hem hastanedeki diğer hastalar olmayacak. Eve geldim, kocama nasıl söylerim diye düşünmeye başladım. Allah rahmet eylesin, "Hanım sende bir hal var," dedi. Kadın doğum için hususi bir hastane lazım olduğunu anlattım. Niyetimin böyle bir klinik açmak olduğunu söyledim. Ödü koptu, nasıl yaparım diye. Basbayağı yaptım. Şişli'deki hastaneyi açtım. Ne kadar temiz, güzel bir hastane, tasavvur edemezsiniz. Bütün Türkiye'yi doğurttuk orada.

- Aileniz nasıldı?

Babamın ailesi, Rusya'dan gelmiş Türkler'den. Saltıklar, orada Saltıkovlar. Evvela Şam'da oturuyorduk. O zaman Suriye Türkler'e aitti. Umum müfettişi babam orada. Ben çok küçüktüm, 1. Dünya Savaşı'nda Şam'a çıkmak mecburiyetinde kaldık. Adana'ya geldik. Oraya da Fransızlar arız oldu. Kaçtık, Konya'ya geldik. Konya isyanı çıktı. Büyük hemşiremi öldürdüler, evimizi tar u mar ettiler. En büyük ziyanı Konyalılar'dan gördük.

Şimdikiler daha şanslı
- Bugünkü Türk kadını ile gençliğinizdeki kadını karşılaştırınca neler görüyorsunuz?

Çok daha şanslılar. Şimdi doğru dürüst çalışmak isteyen için her şey kolay. Erkeklerle savaşmak, aynı seviyeye gelmek de daha kolay. Bizimki kolay olmadı. Erkekler serbestti, biz değildik. İlk sene erkekler çıkıp bahçede otururdu. Beni hoca kendi odasına çağırırdı. Konuşmayayım diye.

- Gençlere neler önerirsiniz?

Evela gençliklerini bilsinler, ondan sonra da meslek sahibi olsunlar. Müzik seviyorlarsa, müzik yapsınlar. Gezsinler ama hepsinde ciddi olsunlar. Hayatlarını yaşasınlar ama kendilerine ziyan vermeden. İsimlerine, sağlıklarına, ailelerine ziyan getirmesinler. Ben keman çaldım, lisan öğrendim, ama Tıbbiye'de daima birinci oldum. Şimdi 20 yaşında olsaydım eskiden yaptığımı yapardım. Çünkü arzu ettiğimi her şeyi yaptım.

- Hayata nasıl bakıyorsunuz?

Severek, dört elle sarılarak. Fena günleri gülerek atlatmak, sonra da unutmak lazım. Karamsar olmadan yaşayacaksınız.

- Ne diye dua ediyorsunuz?

'Allah'ım varsa günahlarımı affet' diyorum. Bilerek günah işlemedim ama başkasının günah saydığı bir şey benim için günah olmayabilir. Bunun dışında çocuklarım, torunlarım, memleketim için çok dileğim var. Bilemezsiniz ne kadar severim memleketimi, kendi insanımı.

- Çok bakımlısınız...

Ondan hiç vazgeçmedim. Bu da hocamdan geldi. 'Katiyen kadınlığınızı unutmayın, erkek gibi kadın iyi bir şey değildir,' derdi. Hastalarım beni daima bakımlı görsün istedim. Hasta, karşısında aciz bir insan görürse güvenemez.

- Şimdi nasıl vakit geçiriyorsunuz?

Okumakla geçiriyorum. Son olarak 2. Elizabeth'in hayatını okuyorum. Okumadan yapamıyorum.

- Hayatınızı anlattığınız bir kitabınız var...

Çok hastaydım. Hastalar muhakkak tavanda kızarmış tavuk görürler. Çünkü perhizdedirler, karınları açtır. Ben baktım, kızarmış tavuk göremedim. "Eyvah, koca bir hayat geçti, hiçbir şey bırakmadan gidiyorum,' dedim. Bundan sonra yazdım. Kızarmış tavuk yerine bu kitabı gördüm.

PAKİZE TARZİ'NİN ANILARINDAN
Pakize İ. Tarzi'nin "Anılar" isimli kitabından bölümler... Hem Osmanlı İmparatorluğu'nun sonlarını, hem Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarını gören Pakize Tarzi, son derece mutlu bir çocukluk geçirmiş. Tarzi, çocukluk yıllarını kitabında bakın nasıl anlatıyor:

Mutlu çocukluk yılları ve bir imparatorluğun sonu
Uykumun, çocukluk düşlerimin en tatlı derinliklerinden çekilip çıkarıldım. Şaşkın şaşkın öylece bakarken, mürebbiyem beni alelacele giydirip aşağı kata indirdi.

Herkes telaşlıydı. Kimisi giyiniyor, kimisi birtakım eşyayı valizlere sokuşturuyor, kimisi küçük denkler yapmaya uğraşıyordu.

Ben uyku sersemliğiyle bir tiyatro oyunu izler gibi bakınıyordum.

Kapıya bir araba yanaştı; valizler, paketler bahçenin karanlıkları içinde arabaya taşındı.

-Çabuk olun! Haydi! Bırakın onu, o da kalsın, vaktimiz yok! gibi sözler dolaşıyordu havada. Yarı fısıltılı, hep telaşlı...

Ben daha ne olup bittiğini kavrayamadan:

- Haydi kızım, mürebbiyenle vedalaş, dediler. Evden ayrılmak zorundayız!

İşte bu söz beni kendime getirdi. Hasta kedilerimi düşündüm. Sonra ceylanımı, atımı, kekliklerimi, tavşanlarımı, güvercinlerimi, kemanımı...

Kararımı verip merdivenlere atıldım... Küçük kemanımı kapıp geldim. Sonra bir koşu aşağı indim, bir sepet içerisindeki güvercinlerimi aldım.

Yoo, dediler, yanımıza alamayız bunları. Eşya götürmüyoruz.

Benim için eşya değildi bunlar. Son dakikalarını yaşadığım mutlu çocukluk döneminin birer simgesiydiler. Ne güvercinleri bırakabilirdim, ne kemanı... Bırakmadım da...

Hep birlikte, yüreğimiz ağızımıza gelerek, arabaya doluştuk.

Sokaklar, tam bir keşmekeş içinde... Bir insan seli, gecenin o saatinde bomboş olan Şam sokaklarında oradan oraya koşutturuyor şimdi... Arabacımız, atlara kamçıyı şaklatıyor. Karanlık, yarı aydınlık Şam sokaklarında atların nalları yankılanıyor...

Garda aynı telaşla indik arabadan, valinin buyruğu ile bize ayrılan özel vagonu bulduk. Vali Bey'in ailesi ile Ziraat Bankası müdürlerinden Rifat (Araz) Bey'in ailesi bizden önce gelip aynı vagona yerleşmişlerdi.

Biraz sonra tren hareket etti.

Mutlu çocukluk yıllarımı yaşadığım kent, geride kaldı...

Şam'a ne oldu?

Şam, yalnız benim mutlu çocukluğumun kenti değildi. 1517'de fethedilmiş ve tam dört yüzyıl Osmanlı Devleti'ne bağlı kalmıştı. Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar.

Türk ve Alman birliklerinin en zayıf anında Filistin ile Irak'ta ilerlemeye başlayan İngiliz atlı ordusu 28 Eylül 1918'da Tabariye gölü kuzeyinde Benatıyakup köprüsünü geçmişti. Bu köprünün Şam'a uzaklığı 80 kilometreydi. Alman generali Liman von Sanders, onları durdurmak için bir alay piyade ve bataryadan kurulu bir müfreze yollamıştı ama, bu kuvveti yöneten emekli Arap generali Rikabizade Rıza İngilizlere kaldığından, Şam yolu açık kalmıştı.

Bunun üzerine Cemal Paşa ile Yıldırım Orduları Komutanı Mustafa Kemal Şam'ın savunulması için emir vermişlerdi. Düşman, kentin 15 kilometre güneyindeki, Dar'a ve Kunaytara'dan gelen yollara bağlantılı mevzide tutulacaktı. Ancak buradaki kuvvet yeterli değildi. İngiliz atlı ordusu, 30 Eylülde iki taraftan kuşatmaya girişerek 2 bin esir almıştı. O gün akşama doğru ingiliz öncüleri Şam'a yaklaştılar.

Doğu'daki 24., 26., 53. tümenler Şam üzerinden, 48. Tümen Şam doğusundan, kentin 12 kilometre kuzeyinden Duma'ya doğru çekildiler. Ordu komutanının ayrılması ve birliklerin istirahata çekilmesi, İngilizlerden yana olan Arapların da bu tümenleri oyalamak için bol miktarda yiyecek getirmeleri, yenilgiyi çabuklaştırdı. 24. Tümen yürüyüşüne devam ederken 26., 53 Tümenler kazan kaynatmaktaydı. Bu iki tümen 1 Ekim günü baskına uğradı ve esir edildi. Şam'ın doğusundan gelen 48. Tümen de 2 Ekim sabahı esir alındı.

Şam düşmüştü...

Şam'da mutlu yıllar...
Babam Ahmet İzet Bey (Saltık), dört yüzyıl Osmanlı Devleti'ne bağlı kalmış bu şehirde,. Ziraat Bankası Suriye Umum Müfettişi olarak bulunuyordu. Çeşitli kentlerdeki banka şubelerini denetlediğinden, çok zaman yonumuzda olmazdı.

Ben, onun görevli bulunduğu Halep'te doğmuşum.

Dört kızkardeşim, annem, iki büyükanne, amca ve dayılar, o dönemin göreneğince, bir "büyük aile" olarak Şam'da geniş bir köşkte yaşıyorduk.

Sonradan iki kızkardeşim daha oldu. İki erkek kardeşimden biri, benim doğumundan önce ölmüşler: Celal aile Anadolu'da yaşarken kızıldan, Selim Şam'a ilk geldiğimiz sıralar koleradan...

Bu son olay annemin sinirlerinde epeyce tahribat yapmış; bir ara tedavi için Beyrut'taki bir sanatoryuma gönderilmiş. Evin yönetimini, daha çocuk yaştaki kardemiş (kızkardeşlerin en büyüğü) Kâmiyap Hanım ele almış. O, edebiyatı ve Türk musikisini seviyor, ud dersleri alıyordu. Benim büyüğüm Samiye ise başka bir öğretmenden piyano öğreniyordu.

Ben, Fransızcayı Türkçe ile birlikte öğrendim. "Matmazel" diye çağrılan mürebbiyem, benimle Fransızca konuşurdu. Ayrıca hergün, okuma yazma öğreten bir öğretmeng elirdi. Zaman zaman da başka bir öğretmenin önünde diz çöküp oturduğumu hayal meyal hatırlıyorum. Bu, din dersleri öğretmeniydi.


Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır