kapat

27.06.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
intermerkez
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.


Dünyadaki ilk resim; kabız bir kadının eseridir...


İnsanlığın başlangıcından bu yana, özel bir yaratık türü olan kadın ırkının evrimini incelerken yaptığım bir keşiften söz etmek istiyorum bu hafta.

Evrende yazı dilinden çok önce resim dilinin ortaya çıktığı biliniyor. İlkokul kitaplarından hatırlarım, mağara dönemine ait sayfaları mağara duvarlarına çizilmiş ilkel resimlerin süslediğini. Nedense bu illustrasyonlarda, resmin yanında duran, onu çizdiği tasavvur edilen figür de hep erkektir... Ne büyük yanılgı... Duvara ilk resmi çizenin aslında bir kadın olduğunu keşfetmem yıllarımı aldı ama , bazı kabızlık çeken sevgililerimi izleme ve hayal gücümü kullanma becerisini göstermeseydim tarihin bu sayfası hala karanlık kalacaktı.

Kendime ilk sorduğum sorunun kadınlarla bir ilgisi yoktu bu konuda. Dedim ki, "yahu bu mağara resimleri gökten zembille inmedi ya." Nasıl konuşma dili, binlerce anlamsız homurtu ve hecenin giderek benzer şeyler üzerinde tekrarlanmasıyla insanların algılama ve kendilerini ifade ediş tarzlarında kalıcı bir anlam kazanmaya, standartlaşmaya başladıysa, resmin de öyle olduğunu düşündüm. Yani ilkel dönemde insanlardan biri, bir mağara duvarına ya da zeminine- bana göre zeminine- bir ilk çizgiyi kazımıştı. Bence başlangıç buydu, yoksa süper dahi bir neodenterhal insanı bir gün birden canı sıkılıp "Ben de şu mağaranın duvarına bi bizon resmi çizeyim de namım yürüsün" dememiştir yani... Her şey bir neden- sonuç, bir yararlılık ya da zorunluluk ilkesine göre yürüdüğü için, (O zamanlar hayatını resimle kazananlar ve resim spekülatörleri olmadığını da hatırlarsak..) sorun bence ilk çizginin nasıl, neden ve kimin tarafından çizildiğini ve daha sonra bunun nasıl resim sanatına dönüştüğünü bulabilmekti.

Ve ilk çizgi...
Kafamın içinde bu sorularla deli bizonlar gibi dolanırken birden bir sevgilimin, o güne kadar normal saydığım bir davranışı dikkatimi çekiverdi. Kadıncağız neredeyse kronik kabızlık çekiyordu ve her tuvalete girişinde kitap, mizah dergisi, bulmaca filan aranıyordu. Bunu hemen her insan yapar diye düşünüyordum. Ama sonraları içerde, belli ıkınma anlarında tutacak, dayanak alacak bir şeyler aradığını da keşfedince, -ki, bu keşif bana muslukçu, fayansçı, vb. olarak geri dönmüştü, o zaman birden ışık çaktı beynimde. "Ulan!", dedim "bu kadınlar acaba mağara devrinde bu kabızlık sorununu nasıl gideriyordu?" Yanıt belirmeye başlamıştı işte...

Şimdi mağara devrinin ilk dönemlerine geri dönelim. (Flashback olayına girelim yani.) Kadın bir gece önce dinozoru kemikleriyle götürmüş... Acaip kabız... Mevsim kış.. Dışarı çıkamıyor... Niye kadın? Çünkü erkek zaten avda olduğu için ihtiyaçlarını dışarda görüyor. Mağara kuytularında işini bitiren tek yaratık kadın, eh zaten doğum kontrolü de keşfedilmediği için ortalık bebek-çocuk filan kaynıyor. Neyse kadın, ıkınıp sıkınırken hırsla, tutunacak ve giderek tutunduğu şeyden hırsını çıkaracak bir şeyler arıyor can havliyle. Ve eline ucu sivri bir taş geliyor ve o da bir taraftan ıkınırken bir taraftan taşı yere vuruyor. Dinlenme, yani iki ıkınma krizi arasında ise, taşı kaybetmemek için elinde tutuyor ve mağara zemininde bu taşın çizgiler çizdiğini keşfediyor. Tabi o zaman o, bunların "çizgi" olduğundan habersiz...

Kabızlık modası başlıyor
Mağara gün ışığı aldığında ve çizgiler biriktiğinde, ışık ve gölge oyunlarının, mağaranın bazı doğal girinti ve çıkıntılarının da katkısıyla, bir gün bir kadın, yaptığı çiziktirmelerin "bir şeye benzediğini" farkediyor, bir ağaç, bir hayvanın bir organı ya da kocasının bir organına. Her neyse işte, bunu farkeder etmez "eureka eureka" diye mağaradan fırlıyor... Diğer kadınlar toplanıyor ve vaka mahalline gidiliyor. Hep beraber yapılan inceleme sonucunda bu mağara kadınının yaptığı bu "bir şeye benzeyen" ilk çiziktirme, resim sanatının ilk eseri sayılarak derhal kadınlar arasında moda haline geliyor. Hemen eline sivri bir taşı kapan kadın mağaranın derinliklerinde kayboluyor. Akşam da erkeklerine yaptıkları eserler gösterilmektedir tabii ki. İşte bu "gösterme" işi, işin derhal gerçek temellerine oturmasını sağlıyor. Erkeğinden büyük övgü alan kadın ödüllendiriliyor. Ve tam da bu sıralar kadın ırkı erkeği tanıma ve onu ele geçirme sürecinde bir sıçrama yapmaya başlıyor. Bu sıçrayan kadınlardan biri, en güçlü avcı erkeği baştan çıkartmak için "av ve erkek" resmini duvarına kazıyınca ve adamı da çağırıp "yiğidim, işte bu sensin" deyince iş kopmuştur artık... Klanın tüm kadınları kabız olup av ve erkek resmi çizmek için yarışa girerler. İşte dünyada bu nedenle o bizim ilkokul kitaplarını süsleyen av sahnelerini konu alan mağara resimleri vardır. Düşünün onlardan binlercesi yapılmamış olsa aralarından bir kaç tanesi günümüze ulaşabilir miydi?..

İşte böyle. Bana göre ilk ressam kadındır ama tarihçiler duvardaki erkek figürüne bakıp ilk ressamı da erkek sanmışlardır- ne gaflet!... Üstelik buradan yola çıkarak tarihte hela duvarına yazı yazan ilk "tosun"un da kadın olduğu gerçeği belirmektedir. Yani resim ve hela edebiyatının ilk yaratıcısı kabız bir tosunedir... Bu da ayrı bir araştırma yazısının ufkunu belirlemektedir sevgili okurlarım...


Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır