kapat

27.06.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
intermerkez
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Türkiye neden sıkıştı?
Nüfus bastırıyor. Çağ bastırıyor. İhtiyaçlar bastırıyor. Bilgi bastırıyor. Ankara "yönetmek" yerine "vaziyeti idare" ediyor. İdarecilik, "yönetici"liğe ağır basıyor.

Dikkatlerinizden kaçması imkansızdır. Türkiye'de yapılan tartışmalara ve bu tartışmaları kimlerin sürdürdüğüne bakınız. Türkiye'de... İnsanların gönüllerine, inançlarına, ruhsal dünyalarına, psikolojilerine ve kişisel tercihlerine bırakılması gereken meseleler, ülkenin "düşüncel ve siyasi gündemini" hala işgal etmektedir.

Kişi başına milli gelir, enerji kapasitemiz, nobel ödüllerindeki fukaralığımız, bilgi ve teknoloji düzeyimiz, sanayideki araştırma geliştirme seviyemiz, yetişmiş insan düzeyimiz, insan geliştirme endeksimiz, tarımsal sanayimiz, rekabet geliştirme gücümüz vesaire tartışalacağı yerde, neleri tartışıyoruz görüyorsunuz.

Kadınlarımızın örttükleri kumaş parçasına "türban" mı denir, yoksa "başörtüsü" mü?
Takılan örtü, türban ise ne anlama gelir, başörtüsü ise ne anlama gelir?

Neredeyse ve utanmasak oturup, kaç vakit namaz kılmamız gerektiğini tartışacağız, yüzlerce yıldır müslüman olduğumuz halde!

Meseleyi dürüstçe koymalıyız:

1- Bu tip tartışma konuları, tartışma ortamını aldatıcı kılmakta, ülkeye zaman kaybettirmekte, hepimizi sanal bir dünyanın peşine takmaktadır.

İkinci mesele de şudur:

Konuları kimler yaratıyor, kimler tartışıyor?

Esas olarak konuları siyasetçiler yaratıyor ve siyasetçiler tartışıyor...

Siyasetçi Türkiye'de "çaya çorbaya limon" ya da her derde deva aspirin haline gelmiştir.

Ülkenin canı yanmakta, yaraları kanamakta ve siyasetçi topluma aspirin üzerine aspirin dayamaktadır.

Türkiye'nin halihazırdaki "aspirinci siyaseti", 2500 yıl önceki antik Mısır'dan bile geri durumdadır. Zihniyet olarak!..

Bir de bu tartışmacılara basın dünyasından ve toplumun vitrininden bazı sesler katılırken, yükselen her sesle, "medyatizmin yelkenleri biraz daha rüzgârlanırken..."

Üniversite camiası susmaktadır.
40 bin yetişmiş insan tümenine sahip üniversite camiasının ne yazık ki Türkiye'nin son tablosunda, "bilmemneci bir cemaat" kadar kıymeti harbiyesi yok gibidir. Oysa...

Bilgi ve birikim dolu profesörlerin, ordinaryüslerin ve doktorların konuşmaya başladığını düşünün...

Ne konuştuğunu bilen, ikna edici, akil, dünyayı tanıyan, ömrünü araştırmalarla geçirmiş bir hocanın konuşmadığı ortamda, sormak isterim, herhangi bir tartışma nereye varabilir?

Türkiye'de...

Kitlelere ulaşan birinci sınıf bir gazetede, herhangi bir hukuki vakayı, adliyede 5-6 yıldır koşturmakta olduğu için "hukukçu" kesilen bir adliye muhabirinin çözümlemesi herkese normal görünür ve fakat, bu hususta, bir hukuk profesünün veya bir hakimin düşüncelerinin alınması, çoğu zaman ihmal edilir...

Ama o zaman da hançer gibi iki soru gelir beyinlerimize saplanır:

1- Daha "karine" kavramını bilmeyen bir muhabirin "çözümleme" yapabilmesi, koyunun olmadığı yerde keçinin abdurrahman çelebi olması değilse nedir?

2- Hukukçunun, iktisatçının, sosyologun, psikiyatrın, genetikçinin, mikrobiyologun, mikromakinacının, mimarın, şehircinin, business manager'ın, finanas manager'ın, arkeologun susması, hayra alamet midir?

Bu hazin tablo, "aklın öne çıkartılması" ve "rasyonalizm" perspektifinden bakıldığında, Türkiye'de, konuşması gerekenlerin sustuğunu, susması gerekenlerin ise hababam konuştuğunu göstermekte...

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in "konuşan Türkiye" şiarının yanlış anlaşıldığına işaret etmektedir.

Kürt meselesi ya da Türkler'in milli özellikleri konusunda, uzmanları konuşturmak yerine, parti ilçe başkanlarını kapıştırdığızda, elde edeceğiniz meyve, acı ve ham olmaya mahkumdur.

Buraya kadar kısaca değindimiz vaziyet, üniversitelerimizin beynini "düşünsel prangalara" vurduğu için çok büyük önem taşımaktadır.

"Fikri sorulmayan" ve "adam yerine konulmayan" bir üniversite, neyi niçin araştırsın ki?..

Roosevelt'in Mektubu
2. Dünya savaşından sonra Amerika Başkanı Roosevelt, Bilimsel Araştırma ve Geliştirme Kurumu başkanı Vannevar Bush'a bir mektup yazıp, şöyle dedi:

"Bilimsel araştırmaların sonuçlarının ve bilimsel birikimin ikinci dünya savaşı sırasında karşılaşılan sorunların çözümünde kullanılması konusunda, edinilen deneyimler...

Barış sırasında...

Sağlıklı bir toplum yaratılması...

Yeni iş alanları açılması...

Hayat standardının yükseltilmesi...

için ne şekilde kullanılabilir?"

Vannevar Bush'un bu kısa soruya cevap vermesi bir yıla yakın bir süre çalışmayı gerektirmiş, ve cevap, "Science-The Endless Frontier" isimli bir rapor halinde verilmişti.

Roosevelt'in sorusu, bir devlet adamının amaçlarını ortaya koyması bakımından ilginç ve öğreticidir.

Zira devletin en temel görevi, toplumun uzun sağlıklı, mutlu ve müreffeh yaşaması ve ülkenin uluslararası camianın saygın ve seçkin bir üyesi olabilmesi için gereken önlemleri almak ve gerekli düzenlemeleri yapmaktır. (TÜSİAD'ın Türkiye'de ve Dünyada Yükseköğretim, Bilim ve Teknoloji isimli raporundan alınmıştır)

Bu nokta ki, "idareci" ile "yöneticinin" farkını koyar, "toplumun üzerine oturan" ile "toplumu sırtlayanın" ayrımına kriter olur.

Bir ülkenin refah düzeyinin temel göstergelerinden biri, fert başına milli gelir düzeyidir. Satın alma gücü paritesi üzerinden hesaplanan kişi başına milli gelire göre, (Rakamlar okuma kolaylığı bakımından yuvarlatılmıştır) Amerika 22 bin dolar değeri ile ön sıralarda, Türkiye ise 5000 dolar ile sonlarda yer almaktadır.

Verilen tabloda, okuyucunun karşılaştırmayı kolayca yapması mümkündür.

Aynı tabloda, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programınca (UNDP) yayımlanan "İnsan gelişme Endeksi" (Human Development Index) değerlerine de yer verilmiştir.

Bu endeks gelir göstergeleriyle birlikte sağlık, eğitim ve kültür göstergelerini de hesaba katan, bileşik ve bağıl bir gösterge olup, fikir vermesi bakımından tabloya dahil edilmiştir. Buna göre Japonya 0. 983, Kanada 0.982, ABD 0.976 değerleri ile ilk üç sırayı paylaşırken, Türkiye 0.717 değeri ile 34'üncü sıraya oturmaktadır.

Tabloda görüleceği gibi, ülkemizde kamu kaynaklarında eğitime yapılan harcamaların Gayrisafi Milli Hasılat'a (GSMH) oranı ve toplam kamu harcamaları içindeki payı 1992 yılında, yüzde 5.4 ve yüzde 18.9 gibi yüksek rakamlara ulaşmışsa da, kişi başına kamu kaynaklarından yapılan harcama son yıllardaki büyük artışa rağmen, hala çok geri bir düzeyde kalmaktadır.

Kişi başına kamu kaynaklarından yapılan harcama, gelişmiş ülkeler ortalamı 750 dolar, dünya ortalaması 202 dolar iken, Türkiye'de bu rakam henüz 80 dolar civarındadır.

Kaldı ki, özel öğretim kurumlarının ve özel kaynaklı eğitim harcamalarının payı birçok ülkede önemli bir yer tutmakta iken, bu tür eğitim kurumlarının payı ülkemizde henüz yüzde 1.4 civarındadır.

Teknolojik Ar-Ge payı
Aynı tabloda ülkelerin sanayi için teknolojik araştırma geliştirmeye harcadıkları GSMH payı da gözönüne alınmıştır. Manzara ibret vericidir.

İsrail yüzde 3.10 değerle birinci sırada bulunurken, Japonya, İsviçre, Almanya, Amerika ve İsveç, 2.98, 2.86, 2.83, 2.78 ve 2.76'lık paylarla üst sıraları işgal etmektedir.

Bir ülkenin, bir yılda elde ettiği milyarlarca dolarlık milli hasılatın, yüzde kaçının teknolojik araştırma geliştirmeye harcamakta olduğunu gösteren bu can alıcı rakamlarda Türkiye'nin vaziyeti, Ankara'da "siyaseten hala bir reform zemini bulamamış idarecilerin" uykularını kaçırmaya yetecek düzeydedir.

Yüzde 0.33...

Yani binden 33...

Oysa sanayileşmiş ülkeler ortalaması yüzde 2.72, gelişen ülkeler ortalaması yüzde 0.64'tür.

Ancak, Venezuela, Meksika, Tayland ve Endonezya'nın önünde bulunan Türkiye'nin düzeyi, gelişmekte olan ülkeler ortalamasının bile yarısında kalmaktadır.

Açıkça görüleceği gibi bu veriler ile ülkelerin refah düzeyleri arasında ve tabii yükseköğrenim kalitesi arasında bir orantı bulunmaktadır.

Gazetemiz yazarlarından Yılmaz Karakoyunlu'nun yüksek bir samimiyetle ortaya koyduğu gibi, üinversite rektörlerimiz işte bu sebeplerle, Meclis koridorlarından ve komisyon kapılarında, birkaç kuruş daha ödenek alabilmek için, merhamet kuyrukları oluşturmakta...

Ülkenin can damarları, çağın rasyonal gereklerine göre değil, siyasetçinin merhametine göre yönlenmektedir.

YARIN: Nereden bakılmalı?


Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır