kapat

11.06.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
micro
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Bir demet dağ çiçeği
Binbir renkli dağ çiçeklerini izlesem, ne başını ne sonunu görebildiğim patikaya vursam kendimi. Kara gözlü eşeğin semerine yüklesem hayatı, Toroslar'a çıksam. Yaylaların çilekeş kadınları yufka ekmeklerini ıslatıp doyursa karnımı, yer yatağında uyusam. Gözlerim, yeşile açılsa uyanınca...

Bir hayalin peşine takılıp, yüzümü Toroslar'a verdim. Uzaktayken de yüksekti dağlar ama yanına varınca sertleşti, taşlaştı, yüceleşti. Kimi yerde yeşerdi, kimi yerde çıplak kaldı. Ben yol aldıkça bahçelerin kirazla süslü ağaçları arkama düştü, önüm yanım göknarla sarıldı.

Dağların hızlı ve kara kuşları kanat çırptı her yanda, sincaplar zıpladı önümden. Kar sularının beslediği derelerin özgür sularında, tozlu yolların yüzümde bıraktığı izi yıkadım. Soğuk su neymiş anladım.

Patikalar dikleştikçe, şehirler arkada ve uzakta kaldıkça, yollar kıvrılıp uzadıkça, dağın yamaçlarında mavi boyalı tahta arı kovanları çıktı karşıma. Anladım ki, yakındır Toros insanıyla karşılaşmam...

Ağaçların arasında, mavi göğe tül perde çeken odun ateşinin dumanını izledim. Kara kazanın altında, kızıla dönmüş odunun yalazı mı ısıttı içimi, Hatçe Teyze'nin yemeni gölgesinde gülümseyen yüzü mü?

Yufka sıcaklığında yürekler
Bu derin sessizliğe bir "klik" gürültüsü gönderdim. Hatçe Teyze'yi Toroslar'dan alıp size getirebilmekti dileğim. Fotoğraf makinemin karanlık odası dağ çiçekleriyle şenlendi, deklanşör sesi derin uçurumların dibinde yankılandı sanki.

"Kolay gelsin teyze"
"Sağ olasın. Neylersin buralarda?"

"Yolu izledim buraya kadar geldim; iyi de etmişim bak seninle karşılaştım"

"O vakit otur soluklan. Aç mısın?"

Aç değildim ama içine mum otu, marul yaprağı ve soğan katılmış, tereyağla sıvanmış yufka ekmeğini bir dakikada yedim.

"Kaç yaşındasın teyze?"

"Tam bilmem de, herhal 60, 65"

"Tam bilmez misin?

"Bilmem ya, bilip de ne yapayım!"

"Bu köyde nasıl geçer günler teyze?"

"Geçer ya... İş biter mi? Davarlarla, otlarla, ekinle, yufkayla, toprakla uğraşınca gün de geçer, yaş da."

Hatçe Teyze köyden başka bir yer bilmezmiş. Büyük şehre hiç gitmemiş. Eskiden komşu köye gidermiş, hani şu eşek sırtında 2 saat ötede olan, şimdi her yanı ağrırmış eşeği görünce, nasıl binseymiş ki. Ama çocuklar, gençler bilirmiş büyük şehri. Ne zaman şehirden minibüs gelse, gençlere şehri getirirmiş yolcu yerine. Kendi eker, kendi biçermiş köylü. Ekmeğini, yufkasını kendi yaparmış, hayvanın sütü, tavuğun yumurtası, keçinin etiyle beslenirmiş. Bahçelerde domates, mısır, biber, patlıcan olurmuş. Arılar bal yaparmış onlara, dağ kekiğiyle, naneyle, dağ çayı ile donatırmış masaları. Sütü saymıyor bile Hatçe Teyze, "Sütsüz köy yeri olur mu?"

"Çocuklar?"

"Doğarlar. Ya büyürler, ya hasta olup ölürler. Doktor yok ki köyde... Bir ebe; neye yeterse fakirin canı... Doğurtur da yaşatamaz bazen."

Hatçe Teyze'nin tam 12 çocuğu olmuş. 6'sı hayatta şimdi. Yanında bir büyük kızı var. Diğerleri Alanya'da, Serik'te. Şehirde yani.

"Sen niye gitmezsin kızlarının yanına, gezmeye?"

"Gidenlerden duyarım yeter. Şehirden gelen yol bozuktur der şoförler. Kazada can veren çok köylümüz var. Eskiden, yol yokken benim adam (kocam) sırtına yükünü vurur, Alanya'ya giderdi. Yayan. 3 gün sürermiş yol, inlerde uyurlardı. Ne işim var benim o yollarda?"

"Şimdi yol açıldı, arabalar işliyor bak, bizi getiriyor buralara... Onlar 3 günde giderlermiş, ben 3 saatte geliverdim."

"İyi ettin, başımla beraber ama ben bir yere kımıldamam bundan sonra."

Dallarında henüz kızarmamış kirazların sallandığı narin ağacın altında oturup seyrediyorum Hatçe Teyze'yi. O da beni seyrediyor bir yandan.

"Kadınların başlarında gümüş işli başlıklar var. Nedir onlar?"

"Eskidir onlar, dağ kadınlarının tek süsüdür. Şimdi gençler takmaz ya, nineler için kıymetlidir. Bez üstüne gümüş süslemedir. Çoğu kendi yapardı. Şimdi düğün dernek zamanı, sünnette, güzel günde, bayramda, şenlikte takarlar. Biz külah deriz. Severiz."

Gök derede akar
Taşla toprağın içiçe geçtiği yollar kıvrılıp gidiyor önümde. Hatçe Teyze'yi ateşin başında bırakıp bu kez yokuştan aşağıya vuruyorum kendimi. Tüylerinin kıvrımları henüz açılmamış, minik kulaklı, ıslak burunlu keçi yavrusu kesiyor önümü. Sevgi dolu keçicik oyun istiyor, boynunu uzatıyor dokunuşlara, kısık sesiyle anlatıyor sevincini. Peşim sıra gelse kaybolur diye korkuyorum, eğri büğrü çitle çevrilmiş bahçeye bırakıyorum onu.

Yalçın kayalara vurup vurup parçalanan, parçalandıkça hırçınlaşan, hınçlanan, köpüren derenin yanına iniyorum. Adına Göksu diyorlar. Ne kadar da doğru; gök bu suda akıp gidiyor çünkü. Bulutlar, kavak ağaçları, yüksekte uçan kara kuşlar hep bu suda buluşuyorlar. Alabalıklar bulutların yansıdığı suda, bulutların arasından sıçrıyor bazen. Bu tablonun içine kendimi koyacakken, kasketi yan yatmış Hasip Amca, "kar suyudur, içilir" diyor.

"Köyde evlerde su yok, çeşmeler gürül gürül akıyor amca."

"Köyümüzün her yanı su. Ama evler kırılıyor susuzluktan. Devlet, gelip görse hemen yapacak ama yolu buraya düşmez büyüklerin."

" Siz dere suyunu içer misiniz gerçekten!"

"Bir susuz kal, gör içini neyle serinletirsin. Senin dere suyu dediğin bizim can suyumuzdur."

Hasip Amca yoluna devam ediyor, gözüm minik bir kıza takılıyor birden.

Gülşen'in hayali
Gülşen'miş adı, bizi seyredermiş meğerse... Bu köyün çocukların gözlerinde korku var, yabancıdan çekinme var ama merak da var. Gülşen de ürkek ürkek bakıyor. Elindeki minik ibriğe, dağdan gelen, çeşmede akan suyu doldurmuş eve dönüyor. Yanakları al al. Mavi naylon ayakkabısının içine giydiği kırmızı çorapları kadar al...

Gülşen pek konuşmuyor, ilkokul bire gidiyor, inekleri otlatıyor, bazen de dere kenarında annesiyle birlikte çamaşır yıkıyor. Bir gün babası büyük şehre onu da götürecek diye bekliyor.

Kiraz dut, elma, armut ağaçlarının gölgesinde sürüp gidiyor yaşam. Toros Dağı'nın eteklerinde kurulu minik bir köy burası. Adı Dumlugöze. Kimi evler kayalıklar arasında, kimileri bahçe ortasında. İnekler, eşekler, keçiler biraz da tavuk var patika yollarda. Köylü ekip biçtikleriyle geçinip gidiyor.

Ve zaman sanki her yerdekinden daha yavaş akıyor burada.

Sert yamaçların güleç yüzleri
Şimdi ben ne zaman gözlerimi kapasam, Oktay Rifat'ın dizelerindeki yayla insanları yerleşiyor gözbebeklerime:

"Kıl heybelerde bazlama, tuz ve erik

Ova düzünde sanki bir katar turna

Öterken karatavuk, kokarken kekik,

Böğürtlenli yoldan inerler art arda."

Şimdi ben ne zaman gözlerimi kapasam, adını bilmediğim dağ çiçekleri bir demet gibi avucumda...


Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır