Bir yandan gün batımını seyrederken bir yandan da iyi pirilmi. bir lagos ızgara ve deniz börülcesine kim 'Hayır,' diyebilir... Alaçatı Marinası'nda yeni açılan balık restoranı Port, tatilde rakı-balık keyfi yapmak isteyenlerin ilk tercihleri arasına girdi..
Şu sıralar Türkiye'nin en gözde tatil beldesi Çeşme. Özellikle Alaçatı, her yıl daha fazla gelişiyor. Bundan birkaç yıl önce butikler ve yiyecek içecek mekânları sadece Alaçatı'nın Kemalpaşa Caddesi boyunca sıralanırken, bugün yavaş yavaş yan ve arka sokaklardaki eski taş evler de restore ediliyor ve turizme açılıyor. Yine de bu küçük tatil yöresinin nabzı, halkın 'Şanzelize' olarak adlandırdığı Kemalpaşa Caddesi'nde atıyor. Birkaç yıl önce İstanbul'dan gelenlerin döndüklerinde "Aman ne ucuz," diye ballandıra ballandıra anlattıkları Alaçatı, bugün fiyat açısından İstanbul ile yarışıyor, hatta geride bırakıyor. Eski bir Çeşme tutkunu olarak, mümkün olduğunca Alaçatı'da yemek yemekten kaçınıyorum. Çünkü içlerinde bir ikisi dışında hiçbir restoran fiyatlarını hak etmediği gibi, kapalı kısımları küçücük evlerin odalarından ibaret bu restoranlarda yazın içeride yemek yemek bir eziyet oluyor. Kapı önüne kurulmuş masalara oturduğunuzda ise gelip geçenler tabağınızın içini seyrettiklerinden, kendimi hayvanat bahçesindeki kafesinde yemek yiyen maymunlar gibi hissediyorum. Çeşme'de her yıl pek çok otel ve pansiyon açılıyor. Bunların büyük bölümü belli bir standardın üzerinde. Ancak restoranlara baktığınızda, son yıllarda kayda değer bir yeniliğe rastlayamıyorsunuz. Bu yaz ilk kez hoş bir sürpriz yaşadım Alaçatı'da. Sörf Cenneti'ne giderken yıllar önce yapılmış ve ne zaman önünden geçsem içinde bir, iki balıkçı teknesi dışında tek bir yat görmediğim sözüm ona yat limanı bu yıl çiçek açmıştı. İçinde irili ufaklı yelkenli tekneler, hatta tek tük 'gemicikler' bile bulunan, dopdolu, canlı bir marinaya dönüşmüştü. Marina rıhtımı boyunca bir de restoran açılmıştı. İzmirli yakınlarımdan burası hakkında olumlu görüşler aldığımdan, geçtiğimiz hafta bir akşam dostlarımla Port Restaurant adlı bu balık lokantasının yolunu tuttum. Hafta içi olmasına rağmen tıka basa doluydu. Masalarda gördüğüm kişiler de dışarıdan gelen turistler değil, çoğunlukla İzmir'in, Çeşme'nin yerlileriydi. Ege'nin klasik balık lokantalarında olduğu gibi, burada da vitrinli buzdolabından mezelerimizi, sonra da girişteki soğutmalı, önü camlı mostradan balıkları seçtik. Beyazpeynir, kavun, karışık salata, deniz börülcesi, közlenmiş patlıcan, fava, marine levrek, ahtapot salatası soğuk mezeleri; kalamar tava, fırında karides, deniz ürünlü pazı sarma ara sıcakları oluşturdu. Gerçi şarap seçenekleri oldukça zengindi; kavda Doluca, Kavaklıdere ve Sevilen'in ürünleri vardı, ama biz bu mezelerle rakıyı tercih ettik. Daha mezeleri tadarken, restoranın sınıfı geçtiğine karar verdik. Burası iyi bir balık lokantasıydı. Bütün mezeler özenilerek yapılmıştı, hepsi de lezzetliydi. Beyazpeynir bile tam yağlıydı ve en kalitelisinden seçilmişti. Salata malzemesi taptazeydi ve sızma zeytinyağı ile hazırlanmıştı. Balık olarak ortaya 1 kilo 350 gramlık bir lagos ızgara ısmarladık. Garson, "İstanbul usulü, balığı ortadan kesip iki parça halinde mi pişirelim, yoksa bütün olarak mı?" diye sordu. "Eğer ızgara başındaki usta bu irilikte balığı bütün olarak pişirebiliyorsa, ikiye kesmek ona hakaret olur," dedik.
Yayın tarihi: 18 Ekim 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/18/ct/haber,C7BA681F260944D2910A94F21C0D7DBE.html
Tüm hakları saklıdır.