Türkiye'deki dini yayınlarda kaygı, hep didaktik olmakla sınırlı. Bu 'misyonerce'
Dini program ve filmlere baktığımızda da hep, belli amaçlara yönelik mesajlara hizmet eder ürünlerle karşı karşıya kalıyoruz... - Türkiye'de bu işle uğraşanların kaygısı hep didaktik olmakla sınırlı kalıyor. Bir tür misyonerlik bu da. Halbuki bu işi yapanların evvela bir metod bilgisine sahip olması gerekir; o metod ise çağdaşlıktır. Bana hep çağdaşlık nedir diye sorarlar; ben de onlara şunu söylerim: "Çağdaş bir araba tahayyül ettiğinde aklına ne gelirse, çağdaşlık odur." Osmanlı-İslam geleneğinden gelenlerin bu anlamda en büyük eksikliği de metod bilmemeleri ve çağdaşlık bilincine sahip olmamalarıdır. Yani türban bizi 'modernleştirdi' filan diyoruz ama, çağdaş, modernden de sonra gelen bir şey. Bu yüzden, daha çok vakitleri var. Şimdi mesela şu Ramazan TV programlarına bakın; hangisi insanın ufkuna ve yeniliğe açık bunların? Hepsi, yüz bin kere öğrendiğimiz hayat hikâyelerinden ibaret... Bunu şöyle açıklayabiliriz: - Diyelim ki dünyada yedi tane konu var ve yine diyelim ki, hepsini Shakespeare yazmış olsun. E, mesele ondan ibaret olsaydı, ne Dostoyevski'nin ne de Tolstoy'un vb. bir şey yazmaması gerekirdi. Eğer bugün hâlâ kıskançlık, cimrilik, iktidar tutkusu, iktidar vb. konular yazılabiliyorsa, bu tamamen onların nasıl yazıldığı ile ilgili bir şeydir. Biçim, her şeydir. Bu, özün inkârı anlamına gelmez. Ama doğru biçim, gider gider, doğru özü yakalar. Biz, doğru biçimi yaratacak çağdaşlık metodunu bilemediğimiz için, ötekine nasıl yaklaşacağımızla ilgili sorunlar baş gösteriyor.