Türk sinemasının 'Yalnız ve güzel' başarısı
Esin KÜÇÜKTEPEPINAR
Güncelleme : 21.06.2008 03:23
Nuri Bilge Ceylan'ın Üç Maymun'la kazandığı başarı sonrası Sicilya'nın Taormina bölgesinde düzenlenen festivalle Türk sineması fırtınası devam ediyor. Ama Türkiye'de halktan kopuk ve sıkıcı ilan edilen filmlerin yurtdışı başarılarıyla gururlanmak oldukça çelişkili bir durum..
Sicilya'nın yeryüzü cenneti Taormina'da bir hafta boyunca Türk sineması özel bir bölümle baştacı edildi. Bugün sona eren 54. Taormina Film Festivali'ndeki bu büyük ilginin bir yanıyla da yine memleketten uzak, sınır ötesi cenaha yakın olduğumuz hissiyatını köpürtmesi doğal. Ne de olsa Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes'dan aldığı en iyi yönetmen ödülünün sevinci pek taze. Daha yakın bir geçmişe kadar, sinemacılarımızın yurtdışında gördükleri ilgiyi komplo teorilerine bağlayanları hatırlayınca, şimdi bu büyük başarıyı ancak "Yalnız ve güzel ülkem" hitabıyla manalandırma hevesimiz de anlaşılır elbet. Aynı Nuri Bilge Ceylan'ın, 2003 yılında Uzak ile ikincilik anlamına gelen Jüri Ödülü ve en iyi aktör ödülüyle Cannes'dan dönüşünde çarpıştığı 'Örovizyon çılgınlığını' hatırlayalım... Kendisi zamanında karşılaştığı bu uzak ve ilgisiz kalabalıklara küsmeden filmlerini yapmaya devam ediyor. Keza, diğerleri de... Film eleştirmenlerinden gayrı destek, gişede ilgi görmedikleri gibi endüstrileşmemiş bir ortamda para bulmak için çırpınan bu sinemacılarımızın sonunda havlu atmasını bekleyenler olmuştur tabii ki. Yani yurtdışı ortak projelerini, destek fonlarını araştırarak kendilerine sermaye bulmaları, devletten alınan az buçuk yardımla filmlerini yapmalarının ne denli kutsal bir gayret olduğu ortada. Ferzan Özpetek veya Fatih Akın'ın başarıları ise iyiden iyiye bedavaya gelmiş durumda! Yıllarca gazetelerin kültür sanat sayfalarına sıkışan ve manşetlere taşınmayan bu 'yalnız ve güzel' sinemacılarımız işe bakınız ki şimdilerde uluslararası platformda baş tacı edilen sinemamıza bizzat yön veriyor! Devlet dahi artık bu başarıya kayıtsız kalmıyor, filmlerimizin tanıtımı için çaba harcıyor. Belli ki sinema sanatının milyonlarca dolarlık reklamdan bile üstün tanıtım kabiliyetinin basit hesabı sonunda anlaşılmış. Oysa daha iki yıl öncesinde Toronto gibi mühim bir festivaldeki filmlerimizi bırakın Beş Vakit ve Takva ekibine bir hoşgeldiniz demek için bile elçilik konutundan çıkmayan devlet erkanımızı düşününce, bugün Taormina'daki Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerimizin varlığı bizi duygulandırıyor.
3. VİYANA KUŞATMASI
21 yıl arayla Berlin ile Cannes'da büyük ödülleri kazanan Susuz Yaz ve Yol gibi yasaklı filmlerin sınır ötesi meşakkatli serüvenleri hatırlanınca şimdi insanın gözleri doluyor. Sinemamızın şimdilerdeki bu popülerliği dün oluşan yeni bir şey değil elbet. Kaynağı malum, 1990'ların ikinci yarısında sonraya denk geliyor. Derviş Zaim'in Tabutta Rövaşata adlı ilk fimiyle yurtdışında gördüğü ilgi ve ödüller aynı zamanda kişisel sinemalarını yapmak isteyen ama sistemde sıkışan genç yönetmenlere bir nevi 'gerilla usulü' film kotarmanın kapısını da aralaması bakımından çok önemli. İstanbul Film Festivali'nin sahip çıktığı bu yeni 'enerji', Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem, Tayfun Pirselimoğlu, Semih Kaplanoğlu gibi isimler şeklinde ortaya çıktı. Mesela Zeki Demirkubuz zamanında beş filmlik özel bölümüyle 'Üçüncü Viyana kuşatması' kabilinden büyük bir ilgiyle karşılandığında ancak bir iki gazetede mütevazı yerler bulabildi. Oysa uluslararası başarılara susamış bir ülkenin vatandaşları olarak sanırsınız ki sinemamızın yükselişinden herkes pek mutlu olacak. Ama heyhat! Devletin bile artık barışma emareleri göstermesine karşın medyada gayet geniş yer kaplayan 'sinemasever' bazı köşe yazarlarının azıcık seyir sabrı göstermeden yıllarca 'sıkıcı', 'manasız', 'halktan kopuk' laflarını dillerine pelesenk edinmeleri kalp burucu. Sinemacılarımız ise memleket vizyonlarında ilgi görmemelerine rağmen kendi çabalarıyla gittikleri yurtdışı festivallerinde ödül, ilgi ve övgülerle ziyadesiyle ağırlanmaktan moral ve prestij kazandıkları gibi, bir sonraki projeleri için de kaynak buluyorlar. Dolayısıyla gişeden gelen deste deste paralara kani olmaksızın pastanın kremasına yani prestije de talip olmak isteyenlerin hevesi gayet anlaşılablir. Zaten nedense sürekli onlar küsüyor, en fenası istediklerini elde edemediklerinde zehir zemberek açıklamalar yapıyorlar. Memleketimizde gişe ile kişisel sinemanın buluşması zaten nadiren gerçekleşirken bu ikisi arasındaki uçurumun bilinçli bir operasyonla gittikçe açıldığını düşünmek hiç de paranoyakça değil. Lakin dünyada kimse kimsenin aşına karışmadığı, hatta şişik bütçeli beş para etmez eğlencelikleri artık seyirciye yutturmakta zorluk çeken Hollywood'un bile mecburen ortayı bulmaya çalıştığı bir dönemde bizim yapay gündemlerin yarattığı hissiyat pek yorucu oluyor. Şimdilerde Cannes, Berlin veya Taormina misali memleketlerde memnuniyetle bulduğumuz Türk sinemasının artık kendi sınırlarımız içinde de aranıp talep edilmesinin vakti çoktan geldi de geçiyor.
Yayın tarihi: 30 Ağustos 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/08/30/ct/haber,CCF2CC0025A14FB79FEEE0D3008EE3FE.html
Tüm hakları saklıdır.