Alışveriş merkezleri biraz yapay biçimde hayatlarımıza girdi. Artık birçok aile buralara vakit geçirmeye gidiyor. Çocuklar da böylece tüketim toplumlarının gelecekteki faal bireyleri olarak yetişiyor.
AVM, yani alışveriş merkezlerini seviyor musunuz? Sevsek de sevmesek de, nasıl hayatlarımıza girip yerleştiklerini görmezden gelmemiz mümkün mü? Bu konudaki kişisel deneyimlerimi hatırlıyorum. Yıllar yılı, ziyaret ettiğim Batı kentlerindeki büyük mağazalara hep ilgiyle bakmıştım. Az alışveriş sever değilimdir haa!.. Alsam da almasam da, çağımızın tüketim alanındaki ürün çeşitliliğini hep ilgiyle izlerim. Hele yine yıllar yılı, sevdiğim ve ülkemizde bulunmayan kültürel ürünlere nasıl bakardım: O büyük plak mağazaları, müzik reyonları, yine Batı kentlerine özgü sanat sinemaları kavramıya birlikte, gençliğimin yolculuklardaki en heyecan verici olayları arasındadır. Bu olay ülkemize çok geç geldi. Ve ilk geldiğinde de kültürü dışladı. İstanbul'da ilk açılan Galleria'yı hatırlıyorum. O yıllarda Batı'da özellikle Amerika'dan ithal biçimde, bu yerlerin içine sinema kompleksleri açmak da modaydı. Ve
Türkiye yine büyük bir salon krizi yaşıyor, eski sinemalar birer-ikişer kapanıyordu. Galleria'da sinema da olması için adeta yalvaran yazılar yazdığımı hatırlıyorum. Umurlarında olmadı. Kader bu; yıllar sonra Galleria'ya sinemayı sonradan ve zoraki biçimde sokacaklardı.
SİNEMASIZ OLMAZ Şimdiyse her yer AVM oldu. Hiçbir büyük Batı veya Doğu kentinde görmediğim kadar...
New York, Londra ve Paris'in gelenekselleşmiş büyük mağazaları vardır: Harrods, Macy's, Galeries Lafayette veya Printemps. Ki içlerinde sinema filan da yoktur; çünkü hepsi Nuh-u nebiden kalmadır! Bizde adım başı açılan AVM'lerde ise mutlaka sinema, hatta kimi zaman tiyatro salonları ve müzik mağazaları var. Bunları sevmemek mümkün mü? Herbiri bize tüketim, ama yalnız o değil, zevk, keyif, estetik olarak da farklı deneyimler sunuyorlar. Şu günlerde basın gösterimleri için abone olduğumuz Gayrettepe'deki Astoria ne kadar sevimli, hoş bir mekân... Salonlar modern, güzel, Okko denen ağız tadı mekânı bir harika, Kitchenette ilginç bir deneyim. Başka lokanta ve kafeler de var. Ve şu günlerde dükkânlarda, tüm AVM'lerde olduğu gibi, yüzde 70'e varan indirimler... Yine film gösterileri için zaman zaman gittiğimiz İstinye Park o kadar büyük ki, daha tümünü tanıyamadık. Ama çok güzel, ferah ve zevkli. Nişantaşı City's de hoş bir yer, güzel mekânları var. Tüm bunlar aslında olumlu. Ama yine de kabul etmek gerek: AVM'ler tuhaf ve de biraz yapay biçimde hayatlarımıza girdiler. Artık birçok aile buralara vakit geçirmeye gidiyor. Bir şey almasalar ya da film izlemeseler bile... Oturup efrafa bakıyor, vitrinleri seyrediyor, vakit öldürüyorlar. Bu bir eğlence, hatta hafta sonu tatili olarak toplumsal hayata yerleşiyor. Ve de sanırım kötü oluyor. Çünkü insanların öncelikle doğayla olan ilişkisi kayboluyor. Zaten doğayla ilişkisi sınırlı ve onu bir türlü sevememiş olan Türk halkı, bu kez kentli orta sınıflar düzeyinde, doğadan büsbütün uzaklaşıyor. Eskiden gençler parka giderlerdi. Ailecek ormana, pikniğe, kır kahvelerine gidilir, Çamlıca Tepesi'ne çıkılırdı. Şimdi bunların yerini AVM ziyaretleri alıyor. Çocuklarımızı yanımıza alıp alışveriş mekânlarına götürüyor, onları tüketim toplumlarının gelecekteki faal bireyleri olarak yetiştiriyoruz. Oysa insanoğlunun, modern toplumlarda zaten yitirdiği doğayla ilişkisini sınırlı da olsa koruması öylesine önemli ki... Bunu bilen Batı toplumlarında bu yüzden o devasa parklar, o görkemli yeşil alanlar, botanik veya hayvanat bahçeleri var. O yüzden, koşu, yürüyüş, bisiklet, golf ve türlü-çeşitli fiziksel etkinlik ve spor alanları ayrılıyor. AVM'ler bizde işte tüm bunların yerini almaya başladı. Bunu sağlıklı bulmak mümkün mü?
Bugünkü Tüm Yazıları
Bir yaşam biçimi olarak AVM'ler
Yayın tarihi: 22 Ağustos 2008, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/08/22/cm/dorsay.html
Tüm hakları saklıdır.