17 Ağustos 1999 Marmara depreminin 9'uncu yılı etkinlikleri bugün TV ekranlarını, yarın gazete sayfalarını dolduracak. Konferanslar, bilgilendirme toplantıları, sempozyumlar, 20 bini aşkın kurbanın anısına törenler ve daha neler neler... Ancak önümüzde ürkütücü bir tablo var: Marmara depreminin anıları uzaklaştıkça toplumsal bellekteki izleri de silinmeye, en azından etkisini yitirmeye başladı. Hem de kaçınılmaz olduğu söylenen İstanbul depremi her gün biraz daha yaklaşmasına rağmen.
Viyadükleri güçlendirme çalışmalarının trafikte yol açtığı sıkışıklık da olmasa, İstanbullu depremi neredeyse unuttu, unutacak.
9 yıl önce bugün Cumhuriyet tarihinin en büyük felaketi yaşanmamış, en geç 2530 yıl aralığında ondan da beter bir felaket olmayacakmış gibi herkes çılgın bir rant yarışına girdi. Herkes avanta peşinde Anadolu'dan hergün akın akın insan geliyor megapolün taşınıntoprağının altınından nasibine bir şeyler düşer umuduyla.
Her mahallede, her sokakta kaçak katlar yükseliyor, nasıl olsa bir af çıkar beklentisiyle. İskansız, ruhsatsız binalara elektriksu bağlanmasına siyasi hesaplarla "Yeşil ışık" yakılması, iştahları daha da kabartıyor.
Her ilçede usülsüz, denetimsiz sanayi merkezleri yükseliyor, nasıl olsa göz yumulur hesabıyla. Öyle ya; onca işsizlik varken kim ekmek kapısına kilit vurmaya cesaret edebilir!
İstanbul bizi korkutuyor. İstanbullu'nun bencilliği, çıkarcılığı, "Yarına Allah kerim" rahatlığı ve sorumsuzluğu bizi dehşete düşürüyor.
Hele Marmara'daki araştırmalara öncülük eden Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi'nin (Fransız) raporlarını okudukça dehşetimiz daha da büyüyor:
"İstanbul gibi, böylesine güçlü, böylesine kesin ve böylesine yakın deprem riskiyle karşı karşıya bulunan dünyada çok az yer var!" İstanbullu neden değişti? "17 Ağustos'u izleyen aylarda ve yıllarda oluşan toplumsal duyarlılığın neden ve nasıl vurdumduymazlığa dönüştüğü" sorusuna yanıt aradık ve kendimizce şöyle bir teori geliştirdik:
Olası İstanbul depreminin tarihi, gücü, tahribatı, hatta o felaketi tetikleyecek fay hattının uzunluğu ve huyu konusunda bilim adamları iki cephede saf tutmuş durumda.
Bir tarafta Ahmet Mete Işıkara, Naci Görür, Celal Şengör, Gülay Altay, Xavier Le Pichon ve Büyükşehir Belediyesi'yle "Deprem risk analizi" çalışmaları yürüten Japon bilim adamlarının başı çektiği grup, İstanbul'da 170-180 kilometre uzunluğundaki fayın birgün mutlaka kırılacağını iddia ediyor. Ve insanın kanını donduran tahminleri bir solukta sıralıyor: 25-30 yıl arasında meydana gelecek bu kırılmanın tetikleyeceği depremin gücü en az 7.8 olacak, İstanbul'un neredeyse yarısını haritadan silecek, ölü sayısı yüz binlerle ifade edilecek.
Öbür tarafta ise Şener Üşümezsoy'un aslanlar gibi sözcülüğünü üstlendiği, daha az sayıda ve daha az medyatik grup, İstanbul depremi senaryolarının bir "Şehir efsanesi" olduğunu öne sürüyor. Yani? Marmara'daki fay iyi huylu, munis, uslu. Asla kırılmayacak. Zaten geçmişte de kırılmadı. Fay kırılmayacağına veya bilimsel ifadeyle yırtılmayacağına göre, İstanbul'da deprem de olmayacak. En fazla fayın YalovaÇınarcık bölümünün kırılması olasılığı var. O da Tuzla ve Kartal'da biraz hasara yol açabilir, o kadar. Felaket senaryolarına aldırmayın!
Kimin haklı çıkacağını kristal küreli falcılar bile kestiremez ama
görüldüğü kadarıyla kamu kurum ve kuruluşları birinci grubun senaryolarına göre hazırlanıyor, İstanbul halkı ise işine geldiği için ikinci gruba inanıyor. Birinci gruba inanmanın, gereği olarak okullar, hastaneler, devlet daireleri, viyadükler, köprüler depreme karşı güçlendiriliyor.
İkinci gruba bel bağlamanın, Üşümezsoy'un öngörüsünü kullanmanın vicdan rahatlığıyla da İstanbul tarihin hiçbir döneminde görülmeyen hırsla, acımasızlıkla talan ediliyor!
Bakalım kim haklı çıkacak? Ama daha önemlisi deprem olsa da olmasa daİstanbul insanların bu hoyratlığına, bu bencilliğine, bu gözü dönmüşlüğüne bakalım daha ne kadar katlanacak?
Yayın tarihi: 17 Ağustos 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/08/17//safak.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.