Abracadabra'nın giriş katındaki açık ortamda keyifli bir yemek yiyebilirsiniz.
İLİŞKİLİ HABERLER
Aceleniz varsa, çok beklersiniz
Aceleniz varsa, çok beklersiniz
Arnavutköy'de Garga'nın yerine açılan Abracadabra adlı restoranda, Rumeli Kavağı midyeli pilavdan yavru kalamar dolmasına kadar bütün yemekler çok lezzetli. Ama bir de servis elemanları hızlı ve ilgili olsa, her şey daha mükemmel olacak..
Hani bir yere gidersiniz, bir olayla karşı karşıya gelirsiniz, bir anda daha önce bunu yaşadığınızı hissedersiniz. İşte geçen hafta da böyle oldu. Arnavutköy'de, Abracadabra adında yeni bir restoran açıldığını duymuştum. Yemekleri hakkında olumlu şeyler söylendiği için fazla geciktirmeden burada yemek yemeye karar verdim. Küçük bir grup arkadaşımla birlikte bir öğle vakti restoranın yolunu tuttuk. Elimizdeki adresi takip ederek, kendimizi tanıdık bir binanın önünde bulduk. Burası daha önce Garga adıyla hizmet veren, dört katlı kırmızı boyalı bir bina. Adı, bazı katlarda dekorasyonu ve tabii yemekleri değişmiş, ama örneğin ikinci kattaki açık mutfak yerinde kalmış. Bina eski olduğu için de özellikle üst kata yemek kokuları eskisi gibi yayılmaya devam ediyor. Ama önümüz yaz ve her şeyden önce en üstte Boğaz'a tepeden bakan bir terası var. Giriş katındaki geniş açık ortamda, rahat koltuk ve sandalyelere yayılıp günün her saatini keyifle geçirmek de mümkün.
PERSONEL SOHBETİ SEVİYOR
Öğle vakti olduğu için terasta oturamayıp girişi tercih ettik. İkinci yaşanmışlık duygusunu, mönüyü elimize tutuşturduklarında hissettim. Bu mönü yazma üslubuyla Beyoğlu'ndaki 360 Restaurant'ta karşılaşmıştım. Nitekim, 360'ın ortağı ve şefi Mike Norman, bu restoranın da ortakları arasındaymış ve onun füzyon mutfağı mantığı yemeklere egemen olmuş. Öğlen dışarıda yemek yiyenler acelecidirler. Genellikle çalıştıkları yerlerden, öğle tatili için çıkmışlardır ve bir an önce karınlarını doyurup geri dönmek isterler. Abracadabra, bu gibilere göre değil. Çünkü binayı gezerken mutfak katında gördüğüm, kalabalık servis personeli, biz yemek yediğimiz sürece burada sohbeti sürdürdü ve girişteki yemek yiyen kalabalık müşteri kesimine sadece tek bir garson hizmet etti. Dolayısıyla yemeklerin ısmarlanması, servis yapılması, hesabın gelmesi hep ısrarlı takipler sonucu gerçekleşebildi. Oturduktan bir süre sonra sofraya ekmekler ve mönü kartları getirildi. 'Küçük tabaklar' başlığı altında, soğuk ve sıcak olarak, meze ya da ufak tefek başlangıçlar olarak da nitelenebilecek spesiyaliteler sıralanmıştı ve Rumeli Kavağı midyeli pilav; kafalı gözlü bebek karides tempura, soya sos ile; Babakale kalamar dolma ızgara, kalamata zeytin ve Suna teyzenin peyniriyle, gibi spesiyalitelerin adları bile oldukça iştah açıcıydı. Mönüde 'salamura' ve 'çiğ çiğ' gibi başlıkların altında da 'uskumru çiroz; torik lakerda; Beluga havyarı; Boşnak eti, somon çiğköfte, somon sashimi' gibi yemekler buluyorsunuz. Altı çeşit salatayı 'ekmek arası tostlar', 'Sıcak dürümler' başlıkları izliyor. Asıl yemekler 'Büyük tabaklar' olarak nitelenmiş. Bu kapsamlı mönüden farklı yemekler söyledik. Bunlar arasında 'tahinli fava ve taze bakla', humus ile fava arası bir spesiyaliteydi ve üzerindeki sızma zeytinyağı, ince kıyılmış dereotuyla çok hoş ve değişik lezzetteydi. Çıtır çıtır kızarmış minik gümüşbalığı, yanında tatlı mayhoş bir sosla getirildi. Nefisti. İçi 'Suna teyzenin' olduğu belirtilen taze peynir, kurutulmuş domates ve az miktarda zeytinle doldurulup ızgarada pişirilmiş yavru kalamar dolması da yumuşacıktı. Jaws yahni ise köpekbalığı filetosu, bol arpacık soğanı, ince dilimlenmiş sebzeler ile yapılmıştı. Köpekbalığının lezzetsizliği yemeğe damgasını vurmuştu. Ne yazık ki çeşitli mantılar ve taze erişte yemeği, öğlen servisine hazırlanmamıştı. Mönüde 'Akşama kalmayacağı' vurgulanan ve üç çeşit için çok ucuz bir fiyat konmuş olan personel yemeği, daha öğlen saatinde bile yoktu. Neleri içerdiğini sordum, yanında bulgur pilavı ve hoşafla sunulan bir patates yemeğiymiş. Yemek çıkmadığına göre, o gün personelin ne yediğini doğrusu merak ettim. Buna karşılık listede 'gerçek köy tavuğu, kendi tadında haşlama ve bizim noodle' olarak yer alan yemek çok lezzetli bir tür bol tavuklu, sebzeli çorbaydı. 'Kırmızı şaraplı ahtapotlu basmati pilav' da şefin ustalığını yansıtıyordu. Tatlı olarak sadece 'keçiboynuzu semifredo, kâğıt helva ile' seçeneğini ısmarladık ve birer kaşık tattık. Keçiboynuzu ve kremayla yapılmış bir tür ev dondurmasıydı ve çocukluğumdan beri ilk kez tattığım keçiboynuzu, dondurmaya çok zarif bir tat katmıştı.
YABANCI BİRA YOK
Yemekte önce şarap kartını gözden geçirmiştik. Kavaklıdere, Doluca, Corvus, Diren, Gülor, Büyülübağ ve Sevilen'in belli başlı çeşitlerini bulunduruyor olması, restoran açısından olumlu bir puandı. Buna karşılık yine içki mönüsünde yer almasına rağmen yabancı biralar için "Yok efendim," yanıtını almak hiç hoş olmadı. Geçen yıl Garga'yı sizlere anlatırken, servis personelinden yakınmıştım. İsmi ve mönüsü değişse de servisin acemiliği ve yetersizliği aynı kalmış. Grubumdaki arkadaşlardan biri, "Buradaki en değerli şey su olmalı," dedi. Çünkü su, bir komi tarafından sürahiyle küçük bardaklara servis ediliyordu ve delikanlının herhalde su servisi yapmaktan daha önemli işleri vardı. Kendisini bütün öğle yemeği boyunca sadece iki kez yakalayabildik. Bütün eksikliklerine rağmen, Abracadabra, yemeklerinin özgün lezzetleri ve Mike Norman'ın oturttuğu konsept sayesinde övgüye değer bir mekân. Manzarası olağanüstü, fiyatları ise abartılı değil. Tekrar gidebilirim. Belki servis de o zamana dek düzelir.
İLİŞKİLİ HABERLER
Aceleniz varsa, çok beklersiniz
Yayın tarihi: 9 Ağustos 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/08/09/ct/haber,B178969AB2B24DDFB50ACF490468FA81.html
Tüm hakları saklıdır.