Alp Ersönmez
Türkiye'nin yeni nesil müzisyenleri arasında en iyilerinden biri. Quartet Muartet, Kangroove, Wax Poetic ve Telvin'den tanıdığımız basçı Alp Ersönmez, Bilgi Üniversitesi caz kompozisyon mezunu. Yani sadece bas gitar çalmıyor, aynı zamanda onlarca bestesi var. Uluslararası birçok festivalde ünlü müzisyenlerle çalışıyor. Kendisini defalarca dinledim, doğrusu büyük keyif aldım, ama karşılıklı sohbet etme olanağı bulamamıştım. Tellere dokunurken sempatik, neşeli duruşunun altında bir disiplin kokusu alıyordum. Tuhaf bir duygu bu, bastığı notaların matematiğinin kendine has bir ruhu vardı. Bence bu özelliği onu sadece caz değil, müzik dünyasında ayrıcalıklı bir konuma yerleştiriyor. Birbirimizi çok iyi tanımadığımız için konuşmaya temkinli başladık, havadan sudan derken konuya girdik. Alp Ersönmez, en başından müzisyen olmayı aklına koymuş. İzmir 9 Eylül Üniversitesi'nin İşletme Bölümü'nü bitirdikten sonra askere gitmiş. Ardından dönüp üniversite sınavlarına tekrar girmiş. Eskisinden daha yüksek puan alıp Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümü'ne kaydını yaptırmış. İki yıl temel eğitim aldıktan sonra branş olarak kompozisyonu seçmiş. Ya bugün, adından söz edilmesini sağlayan bas gitar çalmaya nasıl başlamış? Filmin sonunu hemen söylüyorum, tesadüfen: "Aslında davul çalıyordum. 1993 yılında arkadaşlarım üniversiteye ilk girdiklerinde Kuşadası'na çalmaya gidiyorlardı. Grupları vardı. Basçıları da yoktu. Benim de ağabeyimin gitarı vardı evde. Az çok bir şeyler çalıyordum. 'Haydi gel, hem tatil yaparsın' dediler. Bir arkadaşımdan bas gitarını ödünç aldım. Bir iki hafta içinde parçaları çıkarıp Kuşadası'na gittim. Böyle oldu, hiç planda yokken." Alp'le güven ve samimiyet dozu gittikçe artan uzun bir konuşma yaptık. Sanattan siyasete kadar her konuya girdik çıktık. Müzikten sonra en çok sevdiği sanat dalının resim olduğunu ve gidip gördüğü dünyanın en önemli müzelerini heyecanlı bir şekilde sıraladı. Paul Klee'yi, Miro'yu Gustav Klimt'i sevdiğini Van Gogh'un etkisinden kurtulamadığını uzun uzun anlattı. Alp'in mütevazılık ile gerçekçilik arasında insanı sallayan yaklaşımları var. Çok kişinin yapamayacağı kişisel özeleştiriyi "En sevmediğim tarafım," diye başlayıp, rahatlıkla sürdürüyor: "Çok takıntılıyım çoğu müzisyen gibi... Aşırı takıntılıyım. Hatta profesyonel yardım almayı düşünecek kadar takıntılıyım. Almadım, ama kendi içimde bunu halletmeye çalışıyorum. Mesela şimdi sizinle konuşurken, şu kitapların hangi sırada duracağından, o gazetenin köşesinin onun dışına ne kadar sarkması gerektiğine kadar düşünüyorum. Ciddi bir takıntı. Sırf sıralama veya simetri falan da değil. Bir şeylerin durması gerektiği yerler konusunda bir plan var kafamda." Alp'in bundan sonra anlattıkları üretim sancıları. Çünkü önümüzdeki aylarda solo albümü
Yazısız'ı çıkaracak. Belki bu anlamda sancı yerine plan demek daha doğru olur. Anladığım kadarıyla müzisyen olarak kafasındaki 40 tilkinin kuyruklarının birbirine değmemesi için bir ruh planı hep var. Ve Alp devam ediyor: "İkincisi, dengesizliklerim var. Ama bu müzisyenlikten kaynaklanıyor. Çok gergin ruh halleri, o an yazdığın şarkı seni ele geçiriyor. Günlerce içinden çıkamıyorsun bazen."
O GÜNE HAZIR OLMAK
Alp'in en sevmediği taraflarının 'kendi iç meselesi' olduğunu düşünüyorum. Ve bu arada konuşma gittikçe renkleniyor ve içselleşiyor. Olumlu yönlerini anlatırken vefalı ve çalışkan olduğunu söylüyor. Hırsları konusunda ise anlattıkları insana ders olacak nitelikte: "Hırs meselesi şöyle. Diyelim ki İstanbul'a Wayne Shorter geldi. Ama o gün basçısı hastalandı. Ve bir anda bir basçı bulmaları gerekiyor. O sahnede o kalibrede çalabilecek adam olman lazım. O güne oynayacaksın işte. Öyle bir güne oynama konusunda hırslıyım. Bu hiç olmayabilir de. Ama ona hazır olmam gerektiğini düşünüyorum." Alp, sanatçıların inişli çıkışlı ruh haline sahip olmasının doğal olduğunu, sanatçının üretmek yerine zaten var olanı ortaya çıkardığını, yetenekleri ve bilgisiyle bu üretime sadece aracı olduğunu söylüyor. Yaptığı müziklerin tümünün bileşkesinin önemli olduğunu düşünüyor: "Bu anlamda albüm önemli bir şey, yapması da zor. Günlük gibi düşünüyorum. Belli bir süreçte sayfalarının bir araya konulması gibi düşünüyorum. O senin hayatının bir kesitindeki duygularının, yeterliliklerinin, yetersizliklerinin, yapmak istediklerinin, yapabildiklerinin bir özeti gibi. Onları bir yere koyuyorsun, işte albüm oluyor. Günlük gibi ciltli, rafında duran bir albüm. Ona uğraşıyorum şimdi." Peki, albümün adı niye
Yazısız? Alp: "Küçükken amcamın
Akbaba dergilerinde hep dikkatimi çeken bir şey vardı. Konuşma balonu olmayan karikatürlerin altına 'yazısız' yazarlardı. Bu benim çok dikkatimi çekerdi. Karikatür kendini anlatıyorken, belki bir daha işaret etmek ihtiyacı duyuyor onu yaratan insan. Ben de albümüm için o konsepti düşündüm. Yani müziğin kendisini anlattığı, her şeyin yazılı olduğu, bütün bestelerin, melodilerin yazılı olduğu, o kendini anlattığı için de benim bir şey anlatmama gerek kalmayan, bir yerde yazısız olduğu bir konsept." Bundan sonrası 'yazısız'... Alp'i anlayan anlamıştır sanıyorum.