Dünyada 850 milyon kişi, her akşam karınları doymadan uykuya yatıyor. Açlık dalgası yayılıyor. Eğer son gelişmelerden ders alınabilinirse, gazetelerin 'gurme' sayfaları gelecekte de yayımlanabilir. Aksi takdirde ağız tadı ve lezzet gibi sözcükler bile tarihe karışır..
İnsanları refah içinde, düzenli, temiz ortamlarda yaşayan, herkesin rahatı huzuru yerinde ülkelere gittiğimde, "Ah, biz de böyle olabilsek," diye imrenirim. Buna karşılık yoksulluğun insan haysiyetini yok ettiği, pisliğin ve kaosun egemen olduğu ülkelere yolum düştüğünde de Türk vatandaşı olduğuma yatıp kalkıp şükrederim. Bugünlerde bu ikinci grup ülkelerde, durum gerçekten vahim. Örneğin Haiti'nin başkenti Port-au-Prince'in yoksul mahallelerinde çöpleri karıştıranlar bile yiyecek bir şey bulamıyorlar. Yokluk, insanları yaratıcı kılsa gerek... Açlık duygusu dayanılmaz boyutlara ulaşan kadınlar, yakındaki dağlardan sarı renkli balçığa biraz tuz ve bitkisel yağ katarak bir hamur oluşturuyor, buna bisküvi biçimi vererek güneşte kuruttuktan sonra ailece yemek niyetine yiyorlar. Bu yağlı kil bisküvileri, midenin suyunu emiyor, ağızda ise iğrenç bir tat bırakıyor. Gerçi çoğu kez ishal yapıyor ama önemli olan, açlık hissini bastırıyor. Bunun ticaretini yapanlar 100 bisküviyi beş dolardan satıyor. Bir yıl içinde bunların bile fiyatının bir buçuk dolar arttığı söyleniyor. Haiti'nin yoksulları gibi dünyamızda 850 milyon kişi her akşam, karınları doymadan, açlık duygusu midelerini kemirirken uykuya yatıyor ve bir kez insan aç kalmasın, gözü bir şey görmüyor. Bu gibi kişilerin karınlarını doyurabilmek için yapamayacakları hiçbir şey yok. Nitekim Haiti'den, Mısır'dan, Filipinler'den ve bazı Afrika ülkelerinden, Ukrayna ve Bangladeş'ten açlıktan gözü dönmüş halkın ayaklanma haberleri geliyor. Biz, bu topraklarda yaşayanlar şanslı sayılırız. Çok büyük kıtlıklar, uzun açlık dönemleri yaşamamışız. Küçükken ailemin yaşlıları, Kurtuluş Savaşı yıllarında buğday bulunamadığı için süpürge tohumundan yapılmış ekmek yediklerini anlatırlardı, biz de masal gibi dinlerdik. 1970'li yıllarda başta margarin olmak üzere birçok temel gıda ürününde sıkıntı başladığında, dükkânların önünde aylarca uzun kuyruklar oluşmuş, insanlar bir paket margarin alabilmek için saatlerce beklemişlerdi. Ama bugün 33 ülkede yaşanan gerçek açlığı, benim kuşağım da benden önceki kuşak da çok şükür yaşamadık.
KRİZ BİZİ DE ETKİLİYOR Ne var ki dünyanın son günlerde içine düştüğü temel gıda ürünleri krizi, bizi de etkilemeye başlıyor. Dünyada son bir yıl içinde buğday fiyatlarında yüzde 130, soyada yüzde 87, pirinçte yüzde 74, mısırda yüzde 31 artış, bu temel malların işlenmesiyle oluşan ürünlerin fiyatlarına daha da yüksek oranlarda yansıdı. Zaten kıt kanaat ve genelde sadece bu temel ürünlerle karınlarını doyuran yoksulların bu artışları karşılamaları kesinlikle mümkün değil. Bizde de istatistikler daha şimdiden tüyler ürpertici artış oranlarını gösteriyor.
Almanya'nın bir önceki Başbakanı Gerhard Schröder, küresel ekonominin yarattığı uluslararası yatırım fonlarını 'çekirge sürüleri' olarak nitelediğinde, başta
Almanya olmak üzere Batı dünyasında büyük tepki uyandırmıştı. Bugün Schröder'in bu benzetmesinde haksız olmadığı apaçık ortada. Zira dünyanın belli başlı metropollerinin gökdelenlerini merkez tutan 'hedge fon' şirketleri Honduras, Filipinler ya da Bangladeş'teki insanların açlığı üzerinden para kazanıyor, temel gıda ürünlerindeki fiyat artışlarının daha da tırmanmasına katkıda bulunuyorlar. Yapılan tahminler, önümüzdeki yıllarda temel gıda fiyatlarının artmaya devam edeceğini gösterdiği için, vadeli emtia borsalarında bu ürünlere yapılan yatırımlar, fiyatları daha da yükseltiyor. Öte yanda bioyakıt adlı, zengin ülkelerin çevre vicdanlarını rahatlatmak için buldukları bir aldatmacanın sonucu, hayvan yemi yetiştirilen alanlarda yakıt elde edilecek bitkiler üretiliyor ve artık birçok bölgede hayvanlara yedirilecek yem bulunamıyor. Bu da o yörelerde hayvancılığın sonunu getiriyor. Ama asıl büyük sıkıntı, geleneksel yöntemlerle tarım yapılan ülkelere, tuzu kuru ülkelerin "Sen emeğini bu ilkelliklere harcama, biz sana çok daha az emekle çok daha fazla ürün alacağın hibrid tohumlar verelim," ya da "Sen hiç tarım yapma, biz sana ucuza tahıl ürünleri satalım," demeleri ve onları buna ikna etmeleriyle yaşandı. Dışa bağımlı hale gelen bu ülkelerin kendi tarım politikaları yok edildi. Şimdi küresel ısınma, dünya nüfusundaki artış, bioyakıt uygulaması bir araya gelip, genel bir kıtlık tablosu ortaya çıktığında, "Sen o işi bize bırak," diyenler, doğal olarak önce kendi canlarını düşünmeye başladılar. Tarım alanlarını boşaltan ülkeler ise açlığa mahkûm edildiler. Bugünün zengin ülkeleri de bir zamanlar, örneğin 14. yüzyılda, bugün açlıktan ayaklanan ulusların durumundaydılar. Avrupa'yı kasıp kavuran 'küçük buz çağı' denen çok soğuk dönemde, tarım yapılamaz hale gelmiş, insanlar küflenmiş çavdar unundan yapılmış ekmekleri yiyip çıldırarak ölmüş, çeteler pusu kurup yollardan geçenleri avlayıp etlerini pişirerek yemiş, yamyamlık başlamıştı. Açlık insanların bağışıklık sistemlerini öylesine zayıflatıyordu ki, herhangi bir salgın hastalık, Avrupa'yı boydan boya kat ediyor, her seferinde yüz binlerce kişinin ölümüne yol açıyordu.
ABDÜLMECİT'TEN YARDIM 19. yüzyılda bile temel gıda ürünü patates olan İrlanda'da, bu bitkiye dadanan bir hastalık yüzünden büyük bir kıtlık baş göstermiş, 2 milyon İrlandalı ülkesini terk etmiş ya da yaşamını yitirmişti. O günlerde zor durumdaki İrlanda'ya Sultan Abdülmecit beş gemi dolusu tahıl göndermişti. Bugün Drogheda kentindeki eski belediye binasının duvarını Abdülmecit'e duyulan şükranın anısına konan bir plaket süslüyor. Ben ekonomist değilim. Ama ülkesini seven birçok kişi gibi ben de kendi yerel ürünlerimizin korunmasını savunan, kökü dışarıda, bir kere ürün alınabilen hibrid tohumların tarımımız için ciddi bir tehdit oluşturduğuna inananlardanım. Nitekim çekirge sürülerine teslim olan ülkelerin durumu apaçık ortada. Bizse henüz treni tümüyle kaçırmış sayılmayız. Ulusal tarım politikalarımızı canlandırır, çokuluslu şirketlere ve onları sahiplenen büyük ülkelere direnmeyi başarabilirsek, gazetelerde bu yazının yer aldığı 'gurme' sayfaları, gelecekte de yayımlanabilir. Aksi takdirde değil 'gurme' sayfaları, ağız tadı, lezzet, keyif gibi sözcükler bile unutulur. Çünkü bir kez açlık gelince, gurmelik biter...