Cannes'da Altın Palmiye'yi kim alacak?
İLİŞKİLİ HABERLER
Cannes'da Altın Palmiye'yi kim alacak?
Evet, günler günleri kovaladı ve 61. Cannes Film Festivali'nin de sonu gözüktü. Bir avuç film daha var. Soderbergh'in 4 buçuk saatlik Che ve Atom Egoyan'ın Hayranlık filmleri gibi. Ama biz görebildiklerimize topluca bakalım. Bu yıl şenliğin genel düzeyinin yüksek olduğunu söylemek kolay değil. En azından bana göre... Ama birçok eleştirmen de öyle düşünüyor. Kimi filmlerin yarışmaya nasıl alındığını bile anlamakta zorlandık. Örneğin eşcinsel soslu, görünürde cesur, ama tümüyle kof Filipin filmi Servis veya bitmez tükenmez öyküsünü hiçbir sonuca ulaştırmamayı başaran Arjantin filmi Kafasız Kadın gibi. Elbette ki Nuri Bilge Ceylan'ın filmi bu genel düzeysizlik içinde daha da parladı: Screen International'in uluslararası eleştirmenler tablosunda hâlâ başta olmasının gösterdiği gibi... Ceylan iyi bir film yapmış, sinemasını yenilemiş, farklı bir yolda cesur bir adım atmış. Ve artık uluslararası planda sevilen, beğenilen, filmleri merakla beklenen, hatta hatırı sayılır bir hayran kitlesi edinmiş bir yönetmen olduğunu da gösterdi. Ödül alsa da almasa da, onu yürekten kutluyorum. Diğer filmlere gelince... Fransız filmi, çok kalabalık bir ailenin bir hastalık dolayısıyla yaşadığı travmayı anlatan son derece geveze ve cilalı Bir Noel Hikâyesi'ni Fransızlar çok beğendiyse de uluslararası basın hiç tutmadı. Belçikalı Dardenne kardeşlerin yeni filmleri Lorna'nın Sessizliği, iki kez Altın Palmiye'ye uzanan sanatçıların öbür filmleri kadar ikna edici değildi. Belçikalı olmaya çalışan güzel bir Rus göçmeni kadının bu ülkede yaşadıklarını yine son derece gözlemci bir dille anlatan kardeşler, çok başarılı bir ilk yarıdan sonra biraz yollarını şaşırıyorlar ve filmlerinin finaline yeterli gücü veremiyorlardı. Çok beğendiğimi yazdığım İsrail canlandırma filmi Beşir'le Vals'in yanı sıra en iyi bulduğum filmlerden biri, Brezilyalı Walter Salles'un Daniela Thomas'la birlikte yönettiği Linha de Passe oldu. Bir Brezilya futbol deyimini isim olarak alan filmde ünlü Merkez İstasyonu'nun yönetmeni yine emekçi sınıflara eğiliyor ve bir annenin yönettiği bir ailenin ve dört genç oğulun öyküsünü anlatıyordu. Brezilya toplumunun en yoksul kesimlerinde yollarını arayan dört erkek kardeşin öyküsü biraz Visconti'nin çok ünlü Rocco ve Kardeşleri'ni ve Halit Refiğ'in ondan uyarladığı Gurbet Kuşları'nı hatırlatıyordu. Bu güçlü film de ödüllerde hak sahibi olabilir. Diğer iyi filmlerden biri, Napoli'nin ünlü yasa dışı kurumu, son dönemde gücünün, Sicilya'nın mafyasından çok daha fazla arttığı söylenen örgütü üzerine, yönetmenliğini Matteo Garrone'nin yaptığı Gomorra filmi oldu. İtalya'yı birbirine katan ve 1 milyon satan bir araştırma kitabından uyarlanan film, örgütün yapısını, toplumdaki yerini ve yaptığı işleri iç içe örülmüş beş hikaye aracılığıyla anlatan ilgi çekici bir yapımdı. Ama büyük bir film değil... Aynı şey, Clint Eastwood'un son filmi Changeling/Değiş Tokuş, için de söylenebilir. Ünlü sanatçının Gizemli Nehir'den sonra yine (gerçek bir olaydan esinlenmiş) bir romana sığındığı ve yine o ünlü 'büyük bunalım' dönemine (1920'lerin sonları/ 30'lar) dönüş yaptığı film, küçük oğlu aniden ortadan yok olan bir annenin öyküsünü anlatıyordu. Los Angeles polisinin tarihindeki en yoz döneminin yaşandığı bir sırada, polis bu olayı da örtbas etmeye çalışıyor ve sonra kadına bulunan başka bir çocuğu getirip onu oğlu diye yutturmaya kalkışıyorlardı. Anne, baskılara karşın bunu kabul etmiyor ve tüm örgüte, giderek tüm sisteme karşı tek başına direnmeyi deniyordu. Bu tam Eastwood'a yakışan ve hümanist bir dönem filmi niteliklerini tam olarak yerine getiren film, yine de sanatçının kimi başyapıtları düzeyinde değil. Angelina Jolie'nin enfes oyunu ise ona ödül getirebilir. Hem Cannes'da, hem de önümüzdeki yılın Oscar'larında... Çok sevdiğim son bir filmle bitireyim. Bağımsız Amerikan yönetmeni James Gray'in son filmi İki Aşık. Aynı anda tanıştığı iki genç kadın arasında duraksayan, çok hafiften zihinsel özürlü bir genç adamın yaşadıklarını anlatan bu küçük, ama o hoş filmin öylesine derin bir keder duygusu ve öylesine saf bir aşk arayışı öyküsü var ki... Joaquin Phoenix, Gwyneth Paltrow ve Vinessa Shaw ise nefis oynuyor. Ödül listesinin bir köşesine sızarsa hiç şaşmam!
İLİŞKİLİ HABERLER
Cannes'da Altın Palmiye'yi kim alacak?
Yayın tarihi: 28 Haziran 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/28/ct/haber,4783FFDDBF07439C8EF95D7467E006BD.html
Tüm hakları saklıdır.