kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 18 Mayıs 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ERDAL ŞAFAK

Yargı ve cesaret

"Hâkim müstakildir. Hâkim azlolunamaz. Hâkim, Türk Milleti adına hükmeder. Türk Devleti'nin Anayasası, hâkimin kararına hiçbir kudretin karşı koyamayacağını ilan etmiştir."
1943 sonbaharında, Cumhuriyet tarihinin ilk adli yıl açılış töreninde Yargıtay Başkanı Halil İbrahim Özyürek, Cumhurbaşkanı ve "Milli Şef" İsmet İnönü'nün gözlerinin içine bakarak böyle demişti.
Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt'ün "Çekilmem için baskılar var" açıklaması bize Özyürek'in "Hâkim teminatı"nın bile tam olarak sağlanamadığı bir dönemde yaptığı cesur çıkışı hatırlattı.
Yargıtay başkanlarının tüm adli yıl konuşmalarını (2 bin sayfanın üstünde) satır satır okuduk. Büyük bir keyifle. Huzurla. Geleceğe güvenimiz artmış olarak.
Çünkü hepsi de kuyumcu titizliğiyle hazırlanmış o konuşmalarda hukuk adamının birinci özelliği olması gereken cesaretin ve onun ayrılmaz parçası olan vicdani bağımsızlığın hiç yüreklerinden eksik edilmediğini, bir meşale gibi kuşaktan kuşağa devredildiğini gördük.
İşte 1960-1961 adli yılının açılış töreninde, Devlet ve Hükümet Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel'in ve Milli Birlik Komitesi'nin kudretli 37 üyesinin önünde dönemin Yargıtay Başkanı Ahmet Recai Seçkin'in yaptığı konuşma: "Adalet kapısı, bilhassa yönetim yerlerinin haksızlıklarını düzeltecek son kapı olunca, adalet işleri de sosyal bakımdan yönetim işlerinden daha çok önem kazanır. Eflatun'un 'Adil bir mahkeme, devlet binasının en sağlam direğidir' sözü, sadece hukuk devletlerinde geçerli olabilir. Son kapı olan mahkeme kapısı, gayet sağlam bir kapı olmalıdır ki, haksızlık oradan içeri girmesin."
İşte 1981-1982 adli yılının açılışında dönemin Yargıtay Başkanı Mehmet Derviş Turhan'ın Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve devletin tüm gücünü ellerinde toplamış Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin önünde yaptığı konuşma: "Bir toplumda halk adalete inanmaz duruma gelmişse, o rejim çürümüş demektir ve kısa bir zamanda çökmeye mahkumdur. Toplumda yaşayan insanların haklarından emin olmaları, gelişmeleri ve demokrasiden gereği gibi yararlanmaları için, çağdaş anayasalarda kabul edilmiş bulunan güvence ve bağımsızlıktan hâkimi yoksun kılmak veya bağımsızlık ve güvenceyi daraltmak suretiyle hâkimleri yürütme organlarının etki alanına sokmak, çok sakıncalı ve tehlikelidir. Türkiye demokratik bir hukuk devletidir, çağdaş hukuk devleti de yasama, yürütme ve yargı erklerinin dengeli ayırımına dayanır."

Yargıç akıntıya kapılmaz
Hiç kuşkumuz yok. Türk yargısı içten ve dıştan yapılan, son günlerde dozu iyice artan ve de pervasız müdahaleleri, hatta saldırıları da genlerine işlemiş cesaretle ama vicdani bağımsızlıklığına da zerrece gölge düşürmeden göğüsleyecek.
Çünkü Halil İbrahim Özyürek'in yine bir adli yıl açılışında (1949-1950), yine Cumhurbaşkanı ve Milli Şef İsmet İnönü'nün önünde söylediği gibi, "Yargıç, politikanın şelale halinde çağlayan köpüklü dalgalarını, üstünde bulunduğu yargı köprüsünün korkulukları gerisinden seyreder."
Çünkü onlar Recai Seçkin'in 1960-1961 adli yıl açılışındaki konuşmasında verdiği örneğin kahramanı Abdüllatif Suphi Paşa'nın torunları. Anekdot şöyle: İkinci Abdülhamit'i devirmeye kalkışmak suçundan ağır ceza mahkemesine gönderilen büyük bir siyaset adamının davası başlamadan önce, Padişah'ın damadı Mahmut Celalettin Paşa, mahkeme başkanı Abdüllatif Suphi Paşa'ya gider ve "Sizden sanı sadakate layık bir karar bekliyoruz" der. Davaya bakılır, sanık beraat eder. Padişah'ın yolladığı haberi bile Abdüllatif Suphi Paşa'nın kızı kararı öğrenince hayretlere düşer ve babasına "Sanı sadakate layık karar bekleyen hünkârdan korkmadınız mı?' der. Abdüllatif Suphi Paşa'nın cevabı şudur: "Öyle bir hâkim, öyle bir hünkâr var ki, yarın huzuruna sultan da, ben de beraber çıkacağız. İşte ben yalnız o hünkârdan (Tanrı) korkarım."
Evet, yargımızın cesaretinden ve vicdani bağımsızlığından zerrece kuşku duymuyoruz. Sadece bir korkumuz var: "Ülkeme bakıyorum; birbirine sırtını dönmüş iki Türkiye..." Bu tespiti de 1999-2000 adli yılının açılışında, yani Milenyum'un eşiğinde, dönemin Yargıtay Başkanı Sami Selçuk yapmıştı.
Korkuyoruz; zira artık sadece birbirlerine sırtını dönmekle kalmayan, birbirinden hızla uzaklaşan iki Türkiye var.