Dünyadaki küreselleşme karşıtı bütün gösteri ve mitinglerin değişmez ismi Tarık Ali, Avrupa’da bir sürpriz konuşma sırasında.
Kapatma davası aptalca
Yeni kitabında Chavez, Morales ve Castro'nun Latin Amerika'da yarattığı sosyalist dalgayı anlatan Tarık Ali'ye göre, kapitalizm artık işlemiyor. AKP'nin kapatılmaması gerektiği mesajını veren Ali, "Eğer Türkiye'de yaşasaydım kızlarımın başını örttürmezdim," diyor..
Tarık Ali, editörü olduğu New Left Review (Yeni Sol Görüş) dergisinin yarattığı sosyalist kültür mirası bir yana, Mayıs 1968 Paris'inin öğrenci liderleri arasında Vanessa Redgrave ve Daniel-Cohn Bendit ile aynı saflarda slogan atıp, pankartlarla yürüdüğü zamanki gençlik heyecanıyla da tanınan bir küresel aktivist. Pakistan doğumlu, üç çocuklu ateist bir Britanyalı olan Ali'nin ajandası, bu ay da yoğun. Ülkesi Pakistan hakkındaki Düello isimli yeni kitabının yayın hazırlıklarını sürdüren Tarık Ali, ay sonunda Paris'e giderek 68'in 40. yıldönümünde yeniden antikapitalist sloganlar atacak. Diğer yandan, çevirisini Osman Akınhay'ın yaptığı ve Agora Kitaplığı'nın yayımladığı 200. kitap, Ali'nin imzasını taşıyor. Karayip Korsanları: Umut Ekseni, son yıllarda özellikle Venezuela, Küba ve Bolivya üzerinden yükselişe geçen sosyalist dalganın kültürel ve sosyal arkeolojisini yapıyor. SABAH Pazar'a konuşan Ali'ye göre, günümüzde kapitalizmin de, son gıda krizi ve resesyon endişesinin gölgesinde, sonu gelmişe benziyor.
-Kitabınızda Kuran-ı Kerim'in varlığının (Arap dünyasında) sosyal düzen adına yapılabilecek radikal değişiklikler önünde, bir nevi engel olduğu yolunda iddialı bir çıkış yapıyorsunuz.
-Bugün Irak'ta ABD'ye, Afganistan'da NATO'ya, Filistin'de İsrail'e karşı mücadele eden, direnen kimi insanlar olduğu malum. Kitabın o kısmında kastetmeye çalıştığım şu oldu: Tam da bu türden direnişin sürekliliğini sadece dine dayandırmak, oldukça sınırlı bir potansiyele sahipmiş gibi görünüyor. İslam da dahil olmak üzere, hangi din olursa olsun, insanların bilmesi gereken bazı şeyler baki kalıyor: "Sizin sosyal programınız nedir?", "Yoksullar için neler yapacaksınız?", "Bağımsızlığını kazanmış memleketlere karşı vizyonunuz ne olacak?"... İşte bu tür sorular yanıtsız kalmış oluyor. Yani, 21. yüzyıl dünyasını anlayabilmek üzere Muhammed dönemine dönmek saçma. İslam'da, Muhammed'in ölümüyle birlikte hiçbir biçimde 'Altın Çağ' yaşandığı kanısında değilim. Bildiğiniz gibi, ondan sonra uzun yıllar süren fraksiyon kavgaları oldu. İlk dört halifeden ikisi öldürüldü. Böylece Şia'i mezhebinin tohumları atılmış oldu. Dolayısıyla din ve İslam tarihinin, bugünün sorunlarına yanıt vermekten ziyade, bir 'düş dünyası'na karşılık geldiğini düşünmekteyim.
-Dünya Bankası'nın başkan nezdinde yaptığı açıklama ile, gıda fiyatlarını öne sürerek paniğe kapılmış olmasını nasıl karşıladınız?
-Kapılacak tabii. Çünkü küreselleşme ve Türkiye hükümetinin de boğazına kadar içinde yer aldığı neoliberal ekonomik politikalar, gıda üretimi için gereken toprakların yetersiz kalmaya başlamasına, tarıma dayalı hemen tüm iş kollarının kendi çıkarları doğrultusunda toprağa sırt çevirmesine ve alternatif yakıt arayışına zemin hazırladı. Bununla birlikte, ortada yiyecek kalmadığı için fiyatları fırlayan buğday ve pirinç gibi temel gıda maddeleri olduğu hepimizin malumu. Bana göre bu manzaranın söylediği başka şeyler de var: Bugün, bize söylenmiş olan sosyo-ekonomik düzenin çok dışında bir durum yaşanıyor. Hani o, ABD ve yandaşlarının, Washington Konsensüsü çerçevesinde, komünizmin çöküşünden hemen sonra söylediği beylik sözleri anımsayın: "Liberalizm ve küreselleşme dünyayı değiştirecek; böylece dünya düzlüğe çıkacak." Öyle mi? Hiç değil. Aksine, her şey tırmanışta. Zengin, daha zengin artık. Dünyadaki her ülkede yer alan zenginlerin ötekilerle, fakirlerle arasındaki uçurumu bir mukayese edin; bu her geçen yıl yükseliyor. Bu yüzden tabii ki gıda krizi yaşanacak. Bu çok doğal. Neo-liberal düzenin kendi kârından başka bir şeyi düşünmesini mi bekliyordunuz? Onların önceliği bu, yoksa insanların ihtiyaçları değil. Bu yüzden Dünya Bankası'nın yarattığı panik de hiç sürpriz değil.
AKP SORUNLARI AŞAMIYOR
-1923 yılında, kimine göre antiemperyalist, kimine göre ise kolonyalist bir zihniyetle kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti Devrimi, 2008 yılında Londra'dan size nasıl görünüyor?
-Türkiye ile Britanya arasında benzerlikler var. İkisi de, vaktiyle birer büyük imparatorluktu. İkisi de bu statüyü yitirdikten sonra, değişen dünyada kendilerine yeni bir yer aramaya koyuldu. Britanya, tercihini ABD ne derse onu yapmaya odaklayarak, bir nevi sanal sömürgeciliğe dayalı varoluşu seçti; 1956'dan sonraki Britanya için durum bu. Osmanlı İmparatorluğu ise, yıkıldıktan sonra ulusalcı Türklerin yarattığı bir koalisyon ile ülkede idareyi yeniden ele aldı ve bölgeyi kurtardı. Eğer Atatürk ve İnönü, buna direnmez ve bir Türkiye Devleti kurmaya çalışmasalardı, hepimizin bildiği gibi İstanbul, bir Türkiye kenti olmayacak ve Yunanistan'a geri verilecekti. Türkiye 'Balkanlaştırılarak' bölünecekti. Atatürk bunu önledi. Ancak, yarattığı Cumhuriyet devletinin dahi kendi limitleri vardı elbette ve bu da açıktı. Bu devletin kurulmasından 50 yıl sonra, ortaya laikliği ve öteki konuları ilerlemeci bir zihniyetle kurumsallaştırmış, ülkede dil devrimi yapmış bir devletin çıktığı görüldü. Ama aynı zamanda, bu modernleşme projesinin şöyle bir sonucu da oldu: Kimi büyük şehirler bu hareketten nasibini aldı, ama birçok şehir ise, Cumhuriyet'in gerisindeki yaşam ve üretim koşullarında kalmayı sürdürdü. İşte bu koşullar, bugünkü 'İslamcı' hükümetin başa gelmesini hızlandırdı.
-Peki AKP'nin İslamcılığı nasıl bir İslamcılık?
-Bu 'İslamcı' hükümetin varlık koşullarının, Türkiye koşullarına özgü olduğunu, ılımlılığını özellikle vurgulamamız gerek. Öte yandan, temelde, yani II. Dünya Savaşı'nın ertesinde, Türkiye'deki 'elitler', geleceklerinin ABD'yle olan ilişkilerine bağlı olduğu kanaatine vardı. Böylece Türkiye, Batı için merkezi rol üstlenir hale geldi; NATO'ya dahil oldu ve bu bakımdan Arap Dünyası'na karşı, ulusal liberalizasyon hareketlerine karşı ABD tarafından sürekli olarak kullanıldı; Türkler de bunu destekledi. Bu durum, şimdiki hükümet için de geçerli. Her ne kadar İslamcı olarak biliniyor olsalar bile, NATO'nun gözde İslamcıları konumundalar. Çünkü NATO'ya son derece sadıklar. NATO'nun da böylesi İslamcılarla hiçbir alıp veremediği yok. Öyle bir hükümet var ki karşımızda, yolsuzluğu silip atacağını söyleyerek iş başına geldi; son derece zeki, çetin bir neo-liberal hükümet bu. Özelleştirme yanlısı. Ama aynı zamanda, ülkedeki gerçek sorunları aşmaktan da aciz; bu sorunlardan biri de, Doğu'daki Kürt sorunu.
-AKP ve DTP, Yargıtay Başsavcısı'nın öncülüğünde kapatılmaya çalışıyor. Bunu nasıl okuyorsunuz?
-Aptalca. Çünkü kanunları ve bürokratik metodları, bir partiyi kapatmak üzerine kullanmak yanlış. Bu, Kemalistlerin çoktan öğrenmesi gereken bir dersti bana kalırsa. Eğer insanları yenmek istiyorsanız, bunu onlar üzerinde baskı kurarak değil, onlarla uygun bir dille tartıştıktan sonra yapabilirsiniz. Münasip bir tartışma, her zaman için toplumun politik bilinç düzeyinin yükselişine hizmet eder. Bu yüzden bırakın da insanlar açıkça bunu tartışsın ve karar versinler. Bu anlamda söz konusu silahın her zaman geri teptiğini, devletin kurumlarını yasadışı ve absürd kalkışmalara dayalı olarak kapatmanın yanlışlığını bir kere daha vurgulamakta fayda var.
68 MİRASINI SAHİPLENİYORUZ
-Mayıs ayı sonunda, 1968 öğrenci olaylarının kalbi sayılan Paris'te olacak ve Cumhurbaşkanı Sarkozy'ye muhalefet edip, dönemin 40. yıldönümünü anacak büyük bir yürüyüşe katılacaksınız.
-Kapitalizm artık işlemiyor. Mayıs '68'in 40. yıldönümünde, kredi ekonomisi ile ilgili olarak devasa bir krizin içinde bulunuyoruz. ABD ve artan şekilde Britanya'da, ev fiyatları düşüyor. İnsanlar ekonominin iyi gittiğini sanırken, birden fikir değiştirmiş halde paralarını bankalardan çekmeye çalışıyorlar. Bu krizin bir yere gitmeyeceğinin ve sistemin dünyayı daha fazla taşıyamayacağının da farkındalar. Bu nedenle Sarkozy'ye karşı o gün herkes orada buluşarak meydan okuyacak. Sarkozy ki, bugün kötü olan ne varsa, hepsinin 1968 yüzünden olduğuna inanıyor. Bu aptalca lafı hiç düşünmeden edebilen biri o. Biz o gün orada olup, kendisine özgürlüklerin, kadın haklarının, dikta rejimlerine, ABD'ye direniş ve ifadede bağımsızlığın hep 1968'e dayandığını bir kere daha söyleyeceğiz. 1968'in mirasını, olabilecek en bariz şekilde sahipleniyoruz.
Yayın tarihi: 20 Nisan 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/20/pz/haber,84F670888E3B47BBB11AC94A41F9D5F9.html
Tüm hakları saklıdır.