Adam
"ben kaçtım, sonbahara kadar yokum" dedi, herkes kurtulduk diye sevindi,
"gidişin olsun da..." diye ilenenler oldu, meğerse içine kaçmış...
Başbakan da kaçtı iki günlüğüne, kıyamet koptu.
Zaman zaman kaçmakta sayısız yararlar vardır.
Çünkü Türkiye'nin zehirli havası adamı boğar, Türk basını da, her gün izlemek zorunda kalanların ruh sağlığını bozar.
Bendeniz de yurtdışına kaçamadığım zamanlar geçmişe kaçarım.
Anlamadığınız dilde şarkı dinlemeyi sever misiniz? Bayılırım.
Anlamadığım dilde film seyretme zevkini de altmışlı yıllarda Sinematek'te edinmiştim... Filmler genellikle komünist ülkelerin konsolosluklarından ödünç alınır, birkaç kere gösterilip geri verilirdi; altyazı ekleme olanağı yoktu. Girişte Ömer Pekmez filmin Türkçe kısa bir özetini ve teknik fişini dağıtır, Rus filmlerinde Hasan Ali Ediz elinde mikrofonla kuytu bir köşeden
"anında çeviri" yapardı...
Peki Çek, Macar, Bulgar, Romen, Polonya filmlerini ne yapacaktık?
"Karineyle" çözmeye çalışacaktık...
O günlerden beri karineyle şarkı dinlemeyi de severim.
Alın işte,
"Schindler'in Listesi" filminden bir ucunu hatırlayacaksınız,
"To Ostatnia Niedziela" ...
Otuzlu yılların en ünlü Leh tangosudur. İlk iki kelime tamam da, üçüncü kelimeyi
"nicela" okuyacaksınız efendim... Lehçe, yani Polonya dilinde...
"Son Pazar Günü" demek...
Belki Rusçası da Nikita Mihalkov'un o eşsiz
"Güneş Yanığı" filminden kulağınızda yer etmiştir,
"Utomlennoye Soltse"... Savaş öncesinin Leh tango kralı Mieczyslaw Fogg söylüyor.
(Bizim yerli tango kralı Hüsamettin ne oldu yahu? Rahşan Hanım'la ne güzel
"figür" yapıyordu...)
To ostatnia nicela, cişay şien ostaniemi, cişay şien rozayviemi, na pieçni ças...
YouTube'da çeşitli
"versiyonları" var, kliplerde de eski Varşova'dan, artık varolmayan savaş öncesinin Varşova'sından görüntüler...
Varşova'da, 1944 direnişçilerinin Almanlar'ın elinden kurtulmak için sığındıkları lağımların kapaklarını görünce elim ayağım titremeye başlamıştı... Bunları küçük birer anıt yapmışlardı... Her birine birer mum yaktım... Bu da eski bir Sinematek tutkusudur, Andrzej Wajda ve unutulmaz
"Kanal" filmi...
Barselona havaalanına giderken
"Tarragona-Teruel" yol ayrımı tabelasını görünce titremeye başladığım gibi. Yoksa ben 1937 yılında Teruel muharebesinde ölmüş müydüm,
"zalim bir şairin yazdığı o kanlı şiirde?"... Aynı yılların Romen tangosunun kraliçesi Maria Tanase... Rus tangosu deyince elbette Piotr Leşçenko... Seyyan Hanım'ın ve İbrahim Özgür'ün dönemidir bu...
YouTube'da hepsi var. YouTube'da pis pis şeyler seyredeceğinize bunları seyredin ve dinleyin. İlle Almanca isterseniz, koca Pola Negri o koyu sesiyle
"Tango Notturno" da söylüyor: Ich hab' an dich gesagt, als der Tango Notturno, zwischen Abend und Morgen, aus der Ferne verklangt...
Ben de şimdi kaçıyorum gene...
Yok, bu sefer anladığım bir yere: Gene YouTube'da yakaladım,
"To Praktorio"... "Bilet Gişesi" demek... O müthiş
"Rembetiko" filminde, bizim Stavro, elini de aynaya vurup kesip kanatarak çalıp söylüyor: To praktorio, tholo ke krio, kapyi milane ya paraksenes vrohes... Ne yangınlardan ne sürgünlerden geçtik, yüreğimizin bir köşesinde, hiç kimsenin yakamayacağı serin bir yer kaldı... Ki, İsa'nın yanına, cennet bahçesine vardığımızda kötü kişi olmayalım diye!
Sıktı mı bu pazar yazısı sizi? Yoksa siz, AKP'den CHP'den başka şey bilmeyenlerden misiniz? Yazık.
Yayın tarihi: 20 Nisan 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/20//haber,65F4311645154A3D8FE54D3E775E3376.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.