Farkındaysanız, şu diziyle birlikte ("Hatırla Sevgili" elbette), müthiş bir
"Deniz Gezmiş modası" başladı... Milyonlarca kişi bu akşam atv'de dizinin yeni bir bölümünü seyretmeye hazırlanıyor... O dönemi anlatan kitapların yeni baskıları peynir ekmek gibi gidiyor... Gençler, neler olup bittiğini öğrenmek, onu tanımak istiyorlar. Bize dün gibi geliyor ama Deniz asıldığı gün doğan çocuklar şimdi tam 36 yaşındalar. Dizinin başlarında Adnan Menderes'e karşı da böyle bir merak uyanmıştı.
Menderes'in bugün hayatta olması mümkün değildi (1899 doğumludur) ama Gezmiş yaşasaydı şimdi 61 yaşında olacaktı...
Sapına kadar mert, sapına kadar dürüst, sapına kadar yiğit, sapına kadar yakışıklı ve sapına kadar yanlıştı Deniz...
"Emperyalizme karşı ikinci bir kurtuluş savaşı" verilmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu bir
"halk savaşı" olacaktı ve kırlardan başlayıp şehirlere doğru gelişecekti (diğer fraksiyon,
"şehirlerden kırlaracılar" kimlerdi yahu, geçmiş gün, unutmuşum)...
Sosyalizm sonraki meseleydi... Önce
"milli demokratik devrim" tamamlanacaktı, çünkü yarım kalmıştı. (Amerikan gizli servisi, gelişmekte olan Türk sosyalizminin önünü kesmek için böyle bir kıtır atmış ve buna birçok saf solcuyu inandırmıştı.)
Bu halk savaşını Deniz ve arkadaşları tetikleyecekler, bilinçlenen devrimci köylümüz de onların ardına düşecekti...
Bu nedenle de, köylü tarafından
"satılınca" çok şaşırdılar. Güvendikleri dağlara kar da yağdı, ateş de.
Köylü de, kırlardan şehirlere, gelmesine geldi de başka türlü geldi!..
Çünkü onlara kurtuluş savaşımızın bir halk savaşı olduğu öğretilmişti. Eh, birincisi verildiyse, ikincisi niçin verilemesindi?
Kurtuluş savaşımız, bir halk savaşı değildir.
Savaşı yönetenler de, kazananlar da, cumhuriyeti kuranlar da, askerlerdir. Sivil bürokrasinin bir kısmı da (
"bir kısmı" dedim,
tamamı" demedim) onlara destek ve yardımcı olmuştur.
Halk,
"askere alınmak suretiyle" katılmış ve savaşmış, ölmüş ve öldürmüştür. Bu, Kemal Tahir'in çok sevdiği, benim pek hoşlanmadığım deyimle
"koşulma" yoludur.
Üstelik, bu yeni savaşın
"tıpkı bizi mahveden o gereksiz dünya savaşı serüveni gibi yeni ve abes bir İttihatçı girişimi" olduğunu sanıp başlangıçta gönülsüz davranmıştır! Ege köylerinde de, Yunan ordusuyla
"maraza çıkarmak istemeyen", yani boynunu bıçağın altına uzatmaya hazır çok kişi vardı... Herkes yorgun ve yoksuldu.
Kemal Tahir'in
"Yorgun Savaşçı" romanı ve ondan üretilen film, bu gerçeği anlattığı için, aslında
"düzenli orduyu" savunsa bile kara listeye alınmıştır! Bürokrasi, kendisini
"akılcı" yoldan destekleyen sanatçıyı bile sevmemekte, yaratmış olduğu
"mitolojinin" hiçbir şekilde zedelenmesini istememektedir. Hamaset, tek izin verilen yaklaşımdır. Ne demek
"yorgun" savaşçı? Savaşçı acıkmaz, susamaz, üşümez ve yorulmaz!
Bu o kadar böyledir ki, kağnısıyla ya da sırtında cepheye mermi taşıyan köylü kadını safsatasının kurcalanması da büyük bir tedirginlik yaratmaktadır... Köylü kadını
"Tekâlifi Milliye Kanunu mucibince" o mermiyi taşımasaydı, istenilen malzemeyi vermeseydi (her evden iki kat çamaşır, falan filan) kendini İstiklal Mahkemesi'nde bulacaktı. Burada iki çeşit karar vardı, ya beraat, ya idam. Temyiz de yoktu.
Hemen söyleyeyim: Mustafa Kemal Paşa'nın yerinde olsaydım tastamam ben de öyle yapardım! Başka çaremiz yoktu. Savaşı başka türlü kazanamazdık.
Fakat bunu söylemek bile
"alerji" yaratıyor. Atatürk'ü araştırıp, inceleyip, anlayıp da sevenleri sevmiyorlar. Hatta küfür ve iftira ediyorlar. İlle gözün kapalı tapacaksın!
Biz
"akıllı ve akılcı Türk" istiyoruz, onlar ille
"çılgın Türk" görmek ve göstermek derdindeler.
Deniz Gezmiş'in eline silah aldığı günlerde, ben de üniversite öğrencisiydim, fakat ben harıl harıl Sabahattin Selek, İdris Küçükömer ve Kemal Tahir okuyordum...
Rahmetli Deniz de öyle yapsaydı belki bugün kendisiyle bütün bunları tartışıyor olacaktık!...
Yayın tarihi: 18 Nisan 2008, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/18//ardic.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.