İçinden geçtiğimiz süreçte en kritik yıl 2007'ydi.
Öyle de oldu... Cumhurbaşkanlığı seçimi süreciyle başlayan inanılmaz bir gerginlik yaşandı. Türkiye bir yol ayrımındaydı.
Ya değişimi ve demokrasiyi seçecekti ya da statükoyu. Türkiye toplumu 22 Temmuz 2007'de tercihini yaptı. Ve AK Parti yüzde 47 ile yeniden iktidara geldi.
Halk seçimini yapmış ve yeni bir dönem başlamıştı.
Artık demokrasi dışı yöntemlerin, parti kapatmaların tarih olacağı bekleniyordu ki ilk haber geldi.
Uzun bir aradan sonra parlamentoya giren DTP hakkında kapatma davası açıldı.
Şimdi de iktidardaki AK Parti için Yargıtay Başsavcısı kapatılma istemiyle dava açılmasını istiyor.
Hem de bu ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Meclis Başkanı ve bakanlarının da içinde yer aldığı 71 kişiye siyaset yasağı getirmeyi önererek.
Gerçekten inanılacak gibi değil.
Mehmet Barlas'ın dediği gibi
"şaka gibi"... Önceki gün DTP yetkilileri
Ahmet Türk,
Emine Ayna ve
Selahattin Demirtaş'la akşam yemeğinde bir araya geldik. DTP yetkilileri Kürt sorununda yeni bir adım atılması ve kalıcı barış ortamı yaratmak için neler yapılabileceğini anlatmak amacındaydılar.
Ama ortada garip bir durum vardı.
Yargıtay Başsavcısı çözüm için adım atmasını istedikleri iktidar partisinin kapatılmasını istiyordu.
Hepimiz şaşkındık.
Aslında bütün Türkiye aynı şaşkınlığı yaşıyor.
Nasıl yaşamasın?
Şu halimize bir bakın... Sadece 1963'ten bu yana Anayasa Mahkemesi 24 partiyi kapattı. Parti mezarlığına dönen bir ülke haline geldik.
Peki, ne değişti?
Her kapatılan parti biraz daha güçlenerek yeniden iktidara geldi. Olan sadece partilere, o partileri kuran kişilere değil Türkiye'ye oluyor. Türkiye kan kaybediyor.
Bu kapatmaların nasıl bir sonuç yarattığını en veciz biçimde eski Meclis Başkanı
Hüsamettin Cindoruk şöyle anlatıyordu:
"On yılda bir Vefa Bozacısı'nı da kapatsanız, o da güzel boza yapamaz." Çok uzağa gitmeye gerek yok.
Geçen yıl yaşanan 367 kuşatmasıyla, 27 Nisan emuhtırasıyla bir sonuç alınmadığına hepimiz tanık olmadık mı?
Türkiye ağır aksak da olsa kanını emen temel sorunlarıyla yüzleşme sürecindeydi. Bu sürecin yanlış yönetilmesinin hesabı da sadece sandıkta sorulabilir.
Bu gerçeği bütün siyasi partiler de dile getiriyor.
DP Genel Başkanı
Süleyman Soylu ; AK Parti'nin kapatılmak istenmesini
"Demokrasiye darbe" olarak niteliyor.
ÖDP'nin tepkisi ise daha sert:
"Demokrasi ve siyaset hukukun üstünlüğü iddiasıyla savcılar ve yargıçlar diktatörlüğüne yol verilerek geliştirilemez..." Türkiye gerçekten ilginç bir ülke...
Tüm siyasi partiler bu tür müdahalelere karşı çıkmasına rağmen nedense bu durum değişmiyor.
O zaman siyasi partilerin, öncelikle başka şeyleri öne alıp köklü bir değişimde anlaşması gerekmiyor mu?
Örneğin Anayasa'yı değiştirmek, Seçim ve Siyasi Partiler Kanunu'nu değiştirmek konusunda neden bir adım atılmıyor?
Başta AK Parti olmak üzere bütün partilerin, siyaseti
"kurumların vesayeti" nden, Türkiye'yi de parti mezarlığına çeviren
"yasalardan" kurtarması artık kaçınılmaz oldu.
Bunun yolunu açmadan hiçbir sorun çözülemez.
Pazartesi biraz umutsuz, biraz karamsar bir Türkiye'ye uyanacağız. Ama bu hiçbir şey yapılamayacağı anlamına gelmiyor.
Türkiye'nin, geçen yıl
Sabih Kanadoğlu'nun dayatması, bu yıl da Yargıtay Başsavcısı
Abdurrahman Yalçınkaya'nın iddianamesi ile oluşan
"Savcılar Devleti" imajından kurtulma şansı var.
Bunun için öncelikle Anayasa Mahkemesi, 25 yıllık geçmişine bakarak ve Türkiye toplumunun iradesini dikkate alarak bu kararı reddetmeli.
Ve Türkiye'nin
"Savcılar Devleti" değil gerçek
"Hukuk devleti" olduğu gösterilmelidir.
Yayın tarihi: 16 Mart 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/03/16//haber,EC9308B79E5045B5A4D6391762F3298D.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.