kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 13 Mart 2008, Perşembe
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
UMUR TALU
Dipsiz Kuyu

İç hezimet kanunu

37 yıl olmuştu dün.
"Darbe, müdahale, muhtıra" ülkesinde her birinin mutlaka ayrı bir özelliği, özgünlüğü, rengi var.
Ama "12 Mart"ın temel bir özelliği vardı... ve Türkiye'de demokrasi, demokratlık, yiğitlik, mertlik, oportünistlik, kaypaklık, burjuvazi, sağ ile sol üstüne hep kalıcı fikir verdi.
Meclis'in ve milletvekillerinin sadece askeri darbeye maruz kalmaması, ama bizatihi Meclis'in ve milletvekillerinin de darbeci haline gelmesi.
Askeri muhtıra (darbe) Demirel Hükümeti'ni üfürmüştü...
Lakin, üfürülenler, utandığı için direnmek, direnmediği için utanmak bir yana, askeri darbenin arkasında saf tuttular.
O Büyük Meclis'in namusu silahın namlusu ucunda küçültüldü küçüldü, namlunun bildirisini kürsüden okuyup alkışladı.
İdamın, işkencenin, sürgünün, baskının, dikta anayasası ve yasalarının kukla heyeti haline geldi.
Yıllar sonra, henüz 12 Eylül darbesiyle "demokratlaşmadan" önce, 28 Şubat'la tekrar "askere alınmadan" epey önce...
12 Mart'tan ise birkaç yıl sonra...
Demirel, sonradan çok seveceği Ecevit'e, dalga geçerek uyarıda bulunuyordu:
Allende gibi olmayasın!
Yani, bizim 12 Mart'tan iki yıl sonra, bizim 12 Eylül'den yedi yıl, ABD'nin 11 Eylül'ünden 28 yıl önce, bir 11 Eylül'de Şili'de "CIA destekli askeri darbe"ye Başkanlık Sarayı'nda direnirken öldürülen "halkın seçtiği başkan" gibi olmayasın!
Bunu söylerken, insanın içini bilemeyiz tabii, ruhunun en loş tünellerinden dahi, 12 Mart'ta gık diyememiş olmanın, gık bir yana, TBMM'de "askeri darbenin hınk deyicisi, infazcısı" olmanın utancı veya kompleksi azıcık geçmiştir belki.
Kendisi "direnen Allende" olamadığı için başkasına "yenilen, öldürülen Allende" olmayı yakıştırabilen, hayatta ve ayakta kalmayı başarırken zavallılaşan bir "muhafazakar, liberal, demokrat" kültür.
Bu (cuntacılık zaten bir yana, istisnai anlar hariç CHP'li "sözde sol" kadar) aslında "merkez sağ"ın da garip bir özelliği oldu.
Darbeye maruz kalırken dahi darbeciyle işbirliği yapmak.
Bir darbede gidenlerin külünden doğduğu halde; işine geldiği, ürktüğü, sinsice beklediği anda darbeciyle, muhtıracıyla, müdahaleciyle, azarlamacıyla bütünleşmek.
12 Mart'ın AP'si, 12 Eylül darbesinin "ekonomik beyni" Özal'ın "yüzde 90 tasdikli" 12 Eylül rejiminden doğurduğu ANAP, "takşakçı, Susurlukçu" Çiller DYP'si, 28 Şubat'ın ANAP'ı ve Demirel' i (tabii "eski Allende" Ecevit bile!)
Bunları şunun için de hatırladım, hatırlatmak istedim:
11 ay içinde, nisanda hükümete, martta muhalefete askeri muhtıra verildi; TBMM üyeleri, en azından alt rütbeli subay, astsubay, uzman, erbaş, erler nasıl kolayca azarlanıyorsa, öyle azarlandılar.
Dediğine göre, ikisini de Genelkurmay Başkanı yazdı.
Birinciye toplumun en az yarısıyla birlikte muhalefet alkış tuttu, ikinciye en az öteki yarısıyla birlikte iktidar.
Ve hayat bunlar olmamış gibi devam etti.
Çünkü gelenek, görenek, düzenek bu.
Genelkurmay başkanlarının belki de günahı yok. Çünkü, tabanları ve tavanlarıyla partilerin, parti parti ahalinin "marttan marta" demokrasi kültürü bu!
Asıl "iç hezimet kanunu"muz bu!