Bugün ilk haftasını dolduracak olan Güneş Operasyonu'nun uluslararası toplulukça en azından anlayışla karşılanmasını görev tanımının iyi yapılmasına borçluyuz. Bu tanıma göre; Irak'ın toprak bütünlüğüne kesinlikle saygı gösterilecek ve PKK'nın Kuzey Irak'taki üsleri, kampları ve barınakları temizlendikten sonra tüm kuvvetler yurda dönecek.
Ayrıca yetkililerin birçok kez vurguladıkları gibi PKK ile mücadele ile Kürt kökenli yurttaşlarımızın demokratik talepleri özenle birbirinden ayrılacak.
Ancak bu yol haritasında sonuna kadar gidilebilmesi için üç tuzağın veya üç tehlikenin bertaraf edilmesi gerekiyor.
Bu tehlikelerin başında son günlerde bazı çevrelerce seslendirilmeye başlanan Güneş Operasyonu'ndan sonra Kuzey Irak ile Türkiye arasında, Irak topraklarında bir "Tampon bölge" oluşturulması çağrıları, hatta önerileri geliyor. MHP lideri Bahçeli de dün bu görüşe destek verdi. Meclis Grubu'nda yaptığı konuşmada, "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görevini tamamlayıp yurt içindeki birliklerine dönerken, hassas noktalarda kuvvet bırakarak güvenlik kuşağı oluşturmasını" istedi.
Sakın ha! Böyle bir karar uluslararası platformlarda sadece iki şekilde yorumlanabilir: 1-Irak'ın toprak bütünlüğünün ihlali, hatta işgali. 2-Kerkük sorunundaki olası gelişmelere müdahale için Kuzey Irak'ta konuşlanmak.
Nitekim dün Başbakan Erdoğan'ın "Uluslararası hukukun verdiği meşru müdafaa hakkını kullanıyoruz. Bir kez daha altını çiziyorum; bu operasyonlar Kuzey Irak'a değil, sadece terör örgütüne yönelik olarak yapılıyor" demek ihtiyacını duyması, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'in "Tampon bölge oluşturulması ifadeleri, yurt dışında yanlış anlaşılmamıza sebebiyet veriyor" uyarısı yapması, CHP lideri Baykal'ın da "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin amaçlarına ulaştıktan sonra geri çekileceğini" vurgulaması, bu tür öneriler yüzünden uluslararası topluluğun desteğinde meydana gelebilecek ağır hasarın Ankara'da hissedilmeye başlandığını gösteriyor.
Reformlar ve Güneydoğu Önemli bulduğumuz ikinci tehlike, sap ile samanın karıştırılması. Terörle mücadele gerekçe gösterilerek reform sürecinin ötelenmesi veya geri plana düşürülmesi. Bu kaygımıza da yine dün yapılan açıklamalardan iki örnek vereceğiz.
Biri Bahçeli'den: "Türkiye'nin tercih etmiş olduğu AB yolunda, uyum yasaları çerçevesinde sağlanan demokratik görünümlü ortam, bireysel hak ve özgürlüklerin istismarının da, bölücülüğün de kapılarını ardına kadar açtı."
Diğeri Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'den. "Türk Ceza Kanunu'nun 301'inci maddesini ne zaman getiriyorsunuz" sorusuna bakın ne yanıt verdi: "Bana başka rakam söyleyin artık. Başka rakam soramıyorsanız, 'Galatasaray'ın hali ne olacak' diye sorabilirsiniz."
Üçüncü tehlike en zorlusu: Operasyonun Kürt kökenli yurttaşlarımızın, Güneydoğu halkının "Aidiyet" duygusunda yapabileceği olumsuz etkiler. Doğrusu iki gün önce Diyarbakır'da, dün Van'da yaşananlar bizi adamakıllı tedirgin etti. Kürt siyasilerin ister iyiniyetli uyarılar olarak değerlendirin, ister başka amaçlara yorunsöylemleri de bu tedirginliğimizin "Vehim" olmadığını göstermeye yeterli: DTP Grup Başkanı Ahmet Türk, "Bu operasyonu birlikte yaşamayı zorlaştıran bir karar olarak görüyoruz" diyor. Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk, "Kara harekatının Kürtler'i yeni arayışlara iteceğini" söylüyor. Leyla Zana'nın "Direniş" çağrılarından, Diyarbakır ve Van'daki gösterilerde atılan sloganlardan ve açılan bayraklardan hiç söz etmeyelim.
Güneydoğu'da birkaç ay öncesine kadar neredeyse dibe vurmuş olan PKK'ya desteğin yeniden yükselmesini önlemek için, ondan da önemlisi "Kardeşlik" bağının kopmaması, tam tersine onarılması için, yakın, çok yakın gelecekte cesur ve dürüst adımlar atmak zorundayız.
Bahçeli bir noktada haklı: "Türkiye için yeni bir ateşten imtihan süreci başlayacak."
Yayın tarihi: 27 Şubat 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/02/27//haber,6B303B506B1949038744B069479CEBAB.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.