Denizler beni çağırıyor... Poyraz tüm şiddetiyle esse de... Karayel denizleri çıldırtsa da... Şu an yelkenlimle Gökova'da dalgaların tam ortasında olmak isterdim. Bata, çıka dalgalarla boğuşarak... Rüzgâr yiyerek, deniz suyunu yutarak... Biraz da dümende uzun kalmanın sersemliğiyle uyumamak için yelkenlere asılmak isterdim. Benim bu davranışıma "Çılgınlık," diyenlere de elbette bir cevabım var: "Gezen herkes amaçsız değildir. Birileri onu hep takip eder." Oysa şu an karadayım. Etrafım öyle kalabalık ki... Şu an etrafımda yalnız olan da yok, yalnızlığı arayan da... Geçen hafta Sevgililer Günü vardı ya... Sevenler, sevilenler, mutlu olanlar, mutsuz olup da mutluluğu arayanlar St. Valentine efendinin gününü kutladı. Hikâyeyi her âşık bilir. Hani askerliğe olan bağlılığı ve heyecanı yitirdiği için İmparator Claudius evliliği yasaklamış. St. Valentine de sevenleri evlendirmiş. İmparator, St. Valentine'i idam ettirmiş. Biz 68 gençliği, yani 'çiçek çocukları' St. Valentine'i en iyi anlayanlardanız. Neydi bizim felsefemiz: " Savaşma, seviş!" Dünyanın bildiği ve kutladığı bu özel karanfilli gün var ya... İşte bu işleri Hıncal Usta başımıza sardı. Hep merak eder dururum; şu 14 Şubat günü niye her mağaza, vitrinin bir köşesini Hıncal Uluç köşesi yapmaz? Dahası var... Şu Akmerkez, Cevahir gibi yerler 14 Şubat günü kapının önüne, elinde kırmızı karanfille sevgilisini bekleyen (Ama o hiç gelmeyecek olan sevgiliyi...) Hıncal Uluç'un bir heykelini dikmez. Açık ve samimi görüşüm şudur; "Delinin biri kuyuya taş attı, 40 akıllı çıkaramadı," demem. Yani Hıncal Usta'ya 'deli' demem. Peki kime derim? Akıllı numarası yapan 40 kişiye deli derim. Niye mi? Sanki St. Valentine efendi olmasaydı, Sevgiler Günü olmayacak mıydı? Olmasa ne olurdu? Sanki sevgi ölür müydü? Benim kalbimi ne acıtır, bilir misiniz? Aşkı tanımayan biri der ya; "Ben hiç âşık olmadım. Hep hayal ettim. Hep bekledim..." İşte ben de şunu hep hayal ederim: Bir ömür beklenilen aşk, yoksa bir hayal mi? Ama şunun da altını çizeyim;
Yaşanan hayat... Hayaller değil kitabını yazan bu satırların yazarını şu tavır hep etkilemiştir: "Onun için doğru şey...", "Bunun için doğru şey...", "Toplum adına doğru şey..." Lafın özetinin sorusu şudur efendim: Başkaları için doğru şeyi yapma adına, birbirlerini seven iki kişinin hayatı mahvolabilir mi? Bu sorunun cevabını yakaladım. Nerede mi? Efendim, acemi aşk yazarı olan bendeniz bir halkla ilişkiler şirketinin organize ettiği "Tek taşa giden yol..." yarışmasında, jüri üyesi oldum. Onlarca sevgi dolu mektubu okurken şunu anladım. Biz erkekler odun gibiyiz! Oysa kadınlar... Sevgilerini, aşklarını, özlemlerini ve hayallerini öyle güzel anlatmışlar ki... Bir bayan (Melek Ü.), eşi için şöyle yazmış: "Bana değer verdiğin ve hissettirdiğin için seni çok ama çok seviyorum. Cennet kimse için değişilmez belki, ama senin için değişilir!" Vay be!... Acemi aşk yazarı olarak, biz erkeklere 'odun gibiyiz' demekle hata mı yaptım? Yoksa "Biz erkekler, ben dahil hepimiz cehennemliğiz," diyerek doğru mu söyledim? Ama hadi biz erkekler olarak kendimizle gurur duyalım... Kocasını çok seven ve bu mektubu yazan o kadına da cenneti değiştirten bir erkek değil mi? Şu Sevgililer Günü geldi geçti. Kafam yine karıştı. Kadınları anlama konusunda sorunları olan benim için en iyisi tekneye atlayıp, engin denizlere açılmak... Sahi... Deniz de kadın gibi değil mi? Ne zaman ve kimi koynuna alacağı hiç belli olmaz.
Yayın tarihi: 17 Şubat 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/02/17/pz/kanat.html
Tüm hakları saklıdır.