Caz sanatçısı Sibel Köse, sahnedeki pozitif enerjisiyle de beğeni toplayan bir isim.
Annesi mimar biliyor ama o cazcı
İLİŞKİLİ HABERLER
Annesi mimar biliyor ama o cazcı
Ehh, hayırlı olsun... Elçin'i (Yahşi) her görüşümde "Cazcılara bir köşe açsana," diye başının etini yedim. Sonunda dayanamadı ve "Arayan mevlasını," diyerek işi bana ihale etti. Etti ama ben caz uzmanı değilim ki, sadece iyi bir dinleyici ve izleyiciyim. Bu durumda ne olacak, bu köşe nasıl hazırlanacak? Açıkça bu köşe uzman bilgisiyle değil gazeteci gözüyle hazırlanacak. Caz sanatçılarıyla caz sevenler arasında köprü olmaya çalışacak. Eğrisi doğrusuyla, düşe kalka caz severlerle birlikte yol alacağız. Bu köşenin ilk konuğu Sibel Köse. Caz dünyası onu iyi tanıyor. Ama annesi onu mimar olarak biliyor. Çünkü Sibel, ODTÜ mezunu 'gerçek' bir mimar. Ama bir gün bir 'karışıklık' oluyor, kendini caz fıçısının içinde buluveriyor. Ben Sibel ile konuşurken inanılmaz keyif aldım. Buluştuğumuz loş caz mekânını kısa sürede pozitif enerjisiyle aydınlatıverdi. Samimi, içten ve katıksız duygularla anlattıkları zamanı yutuverdi. Göz açıp kapayıncaya kadar bir saati bulmuşuz. Öyle güzel anlattı ki, araya girmeme bile gerek kalmadı, ben de sorularımı ara başlıklara serpiştirdim.
KENDİ AĞZINDAN SİBEL KÖSE
Lise yıllarında okulda tiyatroda oynuyordum. Orada denemelerim oldu. Asıl üniversitede söylemeye başladım. Farklı fakültelerde okuyan arkadaşlardan oluşan bir grubumuz vardı. Bas, davul, gitar, tenor saksafon, alto saksafon ve iki vokal... Ankara'da, Mimarlar Derneği'ne ait küçük bir yer vardı, ilk kez orada söyledik. Hem orada hem de Alpay'ın Karpiç diye güzel bir müzik mekanı vardı. Biraz pop müzik ağırlıklıydı. Haftada bir caz söylerdik. Daha sonra Tuna Ötenel ile tanıştım, onunla devam ettim. Öğrenciliğim sürerken Bilkent Üniversitesi'nde bir caz bölümü kuruldu, öğretim görevlisi Janusz Szprot ile çalışmalarım oldu. Polonya'ya gittim geldim. Ondan sonra müziğe tam yol devam ettim. İlk dinlediğim caz kasetinin ise matrak bir hikâyesi var. Benden 14 yaş büyük bir ablam var. Ortaokul sıralarında ilk müzik dinlemeye başladığım zaman, ablam zamanın müziklerini dinlerdi. Fransız müziği çok modaydı, Mireille Mathieu'lar Johnny Holiday'ler arkasından Tom Jones, Engelbert Humperdinck.. O dönemin müziği... Ben karmaşık şeyler dinliyorum ama tercihim pop müziği. Ablamın bir arkadaşı ile kasetleri karışıyor, Ella Fitzgerald'ın kaseti benim elime geçti. Air Mail Special diye bir parça vardı. Şarkıcıların anlamsız sesler ve heceler kullanarak seslerini enstrüman gibi kullandığı uzun bir scat solo var. Çok hoşuma gitti ve defalarca dinledim. Sonra caz müziğini araştırmaya başladım. Tunalı Hilmi Caddesi'nde dükkânlar vardı plaklardan kasetlere kayıt yaparlardı. Caz plakları üstte tozlu raflarda dururdu. İşte oralardan kayıtlar yaptırarak caza ilk adımlarımı attım ve kendime göre bir arşivim oldu. Billy Holliday dinleyemiyordum ama Ella Fitzgerald, Sarah Vaughan, melodi öğrenmek için takip ettiğim isimler Jimmy London ve Doris Day gibiydi... Zaman içinde, o dönemde kimler varsa Cassandra Wilson'lar Dianne Reeves'leri tanımaya başladım. Tabii İngilizce bilmemin cazı sevmemde ve anlamamda büyük faydası oldu. Ben müzikle ilgilenirken mimarlık orada kaldı, zaten her şey de değişti.. Biz rapido'larla çalışırken mimarlık grafik dizayna geçti.
İLGİ YETERLİ DEĞİL
1995 yılında mimarlık bürosundan ayrıldıktan sonra kendime sadece müzikle ilgileneceğim bir zaman koydum. Zaten 1997 sonunda daha ciddi bir karar verip İstanbul'a geldim. Fransa'ya gidip gelmeye, uluslararası projelerde yer almaya başladım. Müzik açısından iyi oldu ama mimarlığı tamamen bırakmış oldum. Keşkeler ortaya çıkıyor tabii, tamamen müziğe bağlı bir hayat yaşıyor olmak tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de zor. İlgi artıyor ama yeterli değil. Bunlar eğitimle ilgili konular ve İstanbul, Ankara gibi büyük şehirler dışında çok az etkinlik gerçekleşiyor. İnsanlar aslında bu müziği takip etmek istiyorlar. Radyoda, TV'de daha az yer verilen müzik türü caz. Cazın zor ve karmaşık olduğuna katılmıyorum. Caz ulaşılmaz bir müzik değil bence... Bence insanımızın kulağı caza yatkın. Çünkü Türk müziğinin ritim çeşitliliği çok fazla. Belki tek sesli müzik dinleme alışkanlığı zorlayabilir ama insanların bunu aştığını düşünüyorum. Türk müziği makam müziğidir. Doğaçlamaları içinde barındırır. Pek çok Batı ülkesinde 4/4'lük 3/4'lük dışında fazla bir ritim olmazken, Türkiye'de bunların yanı sıra 9/8'lik 7/4'lük gibi zenginlikler var. Aslında kulağımızın caz dinlemeye çok yatkın olduğunu düşünüyorum. Bir müziği sevmek için çok bilgi sahibi olmak gerekmiyor ama, önyargısız açık bir kulak gerekiyor. Caz anında oluşan bir müzik olduğu için o anı paylaşmanın bambaşka bir esprisi var. Nerede çaldınız, kimlerle çaldınız, sizi kimler dinliyor, ortaya nasıl bir enerji çıkıyor? Bu, müziğin yaratılışında bire bir etkili. Yazılı şeyler çalsanız bile caz doğaçlamaya açık. Benim en sevdiğim yanı da bu. Caz bu anlamda en özgür olanlardan bir tanesi. Her an her şey olabilir şeklinde bir enerjisi var.
İLİŞKİLİ HABERLER
Annesi mimar biliyor ama o cazcı
Yayın tarihi: 15 Şubat 2008, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/02/15/cm/haber,5A489D20B2964741AE46E047C1877E6C.html
Tüm hakları saklıdır.