"Rob arkadaşımız, Japonya'da bir şirketin yönetim kurulu başkan yardımcısı seçilmişti. Arkadaşları olarak biz de ona bir 'bay bay' partisi düzenlemiştik. Parti süperdi. Hud arkadaşımız da partinin görüntülerini kaydedecekti. Bu arada, Rob'un Beth ile yani üniversiteden beri aşık olduğu kızla yatmış olması da, parti gündemine bomba gibi düştü. Her şey şahane giderken birdenbire deprem oldu. Elektrikler geri geldiğinde televizyonda depremin merkezinin bize birkaç kilometre uzakta olduğunu öğrendik.
KÖPRÜ İKİYE AYRILDI Tam sokağa çıktık ki, büyük bir gümbürtüyle 'Özgürlük Heykeli'nin kafası bulunduğumuz caddeye düştü. Deli gibi kaçmaya başladık. Bu arada Hud da bir saniye kamerasını elinden bırakmadı. Brooklyn Köprüsü'nden kaçmaya hazırlanıyorduk ki, köprü ikiye ayrıldı. Rob'un kardeşi Jason öldü. Artık ümidimizi kaybetmek üzereyiz. Talan edilen bir elektronik dükkanına girdik. Rob'un cep telefonu piline ihtiyacı var. O anda televizyonda gördük: Bir canavar Manhattan'a saldırıyor!"
TERÖRDEN ALINAN FEYZ! Birinci ağızdan anlatıyorum çünkü; hayatımda ikinci kez bir filmin içinde hissettim kendimi. Birincisi 'Blair Witch Project' idi. Ancak bu LOST'u yapan ekibin çektiği 'Cloverfield' (Canavar) muhteşem bir deneyim. Filmde yönetmen; ileri teknoloji ile canavarı gözümüze sokmaktan çok, bu dört insanın korkusuna ve kaçışlarına yoğunlaşmış. Tüm filmi amatör bir kameradan izlediğimiz için canavarın bazen bir bacağını, bazen sadece sesini duyduk. Bu da korkuyu inanılmaz derecede arttırdı. Bu arada ekip; bina yıkılma ve panik sahnelerinde Dünya Ticaret Merkezi'nin yıkılma görüntülerini aynen canlandırmış. Bence bu çok ilginç. Hollywood resmen terörden feyz almaya başladı. Başka bir deyişle terör, sinemanın hizmetinde! Şaşırdım...
(Şahika tonlamasıyla:)
Yayın tarihi: 14 Şubat 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/02/14/gny/haber,B38D1D3965624F3AB604DC52FD73CAB6.html
Tüm hakları saklıdır.