Uzanarak yemek hiç de zor değil.
Mönüde masaj da var
Hem bar hem kulüp hem de restoran olan Supper Club, müşterilerine yemeğin yanında ilginç hizmetler de veren bir mekân. Burada ayakkabılarınızı çıkarıp, yayıldığınız minderlerde karidesinizi tadarken masaj da yaptırabiliyorsunuz..
Dünyanın çeşitli büyük kentlerinde sıradan restoran düzenini kanıksamış çevreleri daha farklı konseptlerle çekmek için türlü yollar deneniyor. Burada uzun uzun örnekleri sıralamak istemiyorum, ama son Londra gezimde farklı konseptli 'Dans Le Noir' adlı restorana gidecek zaman bulamadığım için hayıflanıyorum. Burada müşteriler, zifiri karanlıkta yemek yiyorlar ve kendilerine kör garsonlar hizmet ediyor. Herhalde ilginç bir deneyim olmalı ki açılalı iki yıl olmuş ve bu süre içinde bar ve restoranına toplam 100 bin kişi gelmiş. Bizde zifiri karanlık restoran ne kadar iş yapar bilemem, ancak İstanbul'da da ilginç bir restoran, bar ve kulüp var: Adı 'Supper Club'. Aslında yeni değil. Önce geçen yaz Sortie içinde açılmıştı. İstanbul, bu konseptin uygulandığı dördüncü kent. Önceleri özellikle yemeklerin kalitesi hakkında olumsuz eleştiriler duymuş, gitmekten vazgeçmiştim; geçende damak tadına güvendiğim bir dostumun önerisiyle burayı görmeye karar verdim.
YATAK ODASI GİBİ
Konseptin farklılığı daha rezervasyon yaptırırken ortaya çıkıyor. Telefonda yer ayıran görevliye saat 21.00 civarında gideceğimizi söylediğimde, "21.00'i geçirmezseniz iyi olur. Çünkü yemekler saat 21.00'de çıkmaya başlıyor," yanıtını aldım. İlk yemeği kaçırırsanız, o sırada servis edilenden itibaren devam ediyorsunuz. Geçtiğimiz cumartesi akşamı, saat 20.30 sularında içeri girdiğimizde, kademeli olarak arkaya doğru yükselen mekânda sağlı sollu, ben diyeyim dev yataklar, siz deyin güreş minderi ya da açık localar, işte öylesi platformlar sıralanmış. Arkada duvara dayalı kocaman yastıklar ve 'yatağın' ortasında kısa ayaklı cam küçük bir sehpa, üzerinde kadehler, peçeteler, bir mum ve sigara tablası... Buranın özelliği, bu localara 'yatarken' ayakkabıları çıkarmak... Dolayısıyla gitmeden önce bir duş almak, çorap değiştirmek ve eski Dünya Bankası Başkanı Paul Wolfowitz'in camiye girerkenki durumuna düşmemek için çorapların delik olup olmadığını kontrol etmekte yarar var. Önce küçük bir sınavdan geçiyorsunuz. Hostes hanımın, "İngilizce biliyor musunuz?" sorusuyla karşılaşıyorsunuz. Anlamsız bakışlarınızı fark ediyor, "Size yabancı garson hizmet edecek de eğer bilmiyorsanız bir Türk'ü yönlendireyim," diye ekliyor. Neyse ki bu sınavı geçebilecek kadar İngilizce bildiğimize inandığımız için göğsümüzü gere gere "Evet," yanıtını veriyoruz. Nitekim az sonra şen şakrak bir delikanlı gelip, "Where are you from?" diye soruyor. Biz de "We are from İstanbul. But where are you from?" diye altta kalmadan cevabı yapıştırıyoruz. Delikanlı da Amsterdamlı olduğunu söylüyor ve o da beraberlik golünü atıyor: "Buraya o kadar çok yabancı geliyor ki, sizin de yabancı olduğunuzu sandım." Yemek öncesi kokteyller sınıfı geçiyor. Bu arada tam karşımızda açık mutfakta genç ve dinamik mutfak ekibinin karidesleri sote ettiğini, bir bölümünün de tezgâhta salata yapraklarını kaselere paylaştırdıklarını görüyoruz. Gerçekten de yemek servisi tam 21.00'de başlıyor ve mönüden seçme şansınız yok, çünkü dört bölümden oluşan mönü fiks. Sadece size vejetaryen olup olmadığınız soruluyor. Eğer et yemiyorsanız, sizin için özel bir şeyler hazırlanıyor.
BAŞLANGIÇTA JUMBO KARİDES
İlk gelen çeşitli salata yaprakları üzerinde, değişik ılık bir sosla tatlandırılmış taptaze dev jumbo karides, yemekler konusunda da kuşkuları dağıtıyor. Şarap mönüsünde Kavaklıdere'nin şarapları dışında bol yabancı şarap ve şampanya çeşitleri var. Biz kadehle şarap soruyoruz, daha piyasaya verileli birkaç gün olan Kavaklıdere'nin bu yılki Primeur şarabının kadehle servis edildiğini öğreniyor, bu hoş sürprizden de mutlu oluyoruz. Salonda, göğsünde 'masaj' yazan bir hanımla bir delikanlı, dikkatimizi çekiyor. Delikanlı kibarca yaklaşıp, masaj isteyip istemediğimizi soruyor. Ben kendi adıma henüz bu yeni konsepte uyum sağlayamadığım için aynı kibarlıkla geçiştiriyorum. Ama yanımda yatan yabancı çiftten genç adam hemen "Evet," diyor. Boynunu, omuzlarını yoğurttuktan sonra ben ikinci yemek olan ördekli, bol sebzeli, çıtır hamurlu ve iki değişik sosla sunulan Uzakdoğu usulü dürümümü iştahla yemeye hazırlanırken, çoraplarını çıkartıyor ve hemen yanı başımda ayaklarını mıncıklatıyor. Aslında dayanıklı bir midem olmasına rağmen bu manzara içimi kaldırıyor. Sıra üçüncü yemeğe geliyor. Önümüzde harıl harıl rizotto pişirildiğini görüyoruz. Dilimlenmiş kuzu madalyonlarla sunulan mantarlı rizotto tek kelimeyle mükemmel. İşin ilginç yanı, yatarak yediğim, yerken de sadece çatal kullandığım halde zorlanmayışım; kocaman peçeteyi her ihtimale karşı üzerime yaydığım halde, tek bir damlanın bile dökülmeyişi... Tatlı da önceki yemekleri aratmadı. Şekeri son derece kararında değişik bir brownie, özel sosu yanında karamelize edilmiş bir dilim muz ve ev yapımı çok hoş bir limonlu sorbe ile sunuldu. Bu arada gece boyunca insanı yormayacak düzeyde müzik, dozunu artırmaya başlamış, aşağıdaki bar da kalabalıklaşmıştı. Biz hesabı istedik ve iyi bir yemek yiyip, keyifli bir akşam geçirmenin mutluluğuyla ayrıldık. Supper Club ucuz bir yer değil, ama İstanbul'da bir benzeri daha olmayan, çok değişik konseptte bir restoran. Mönü her hafta değişiyormuş. Pazartesileri de kapalıymış. Belki birkaç hafta sonra tekrar giderim.
Yayın tarihi: 12 Ocak 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/01/12/ct/haber,0144E4984A6B43719D966DF07D8A3C27.html
Tüm hakları saklıdır.