Son zamanlarda şöyle bir görüş hâkim: "Beyoğlu enkaza döndü; çünkü 2000'lerin başında buraya akın eden sosyete, yavaş yavaş buradan elini eteğini çekti." Çevremde bunu dile getirenler var. Geçenlerde de Oray Eğin benzeri şeyler yazdı. Sosyete Beyoğlu'nu terk edince Beyoğlu yalnız ve hüzünlü bir şekilde kapkaççıları, travestileri, yerel mafyası ve dar gelirli esnafıyla baş başa kalmış. Cihangir'de birbiri ardına açılan kafeler, restoranlar, barlar kapanmış. Fiyatlar yükselip herkes para geliyor diye sevinirken bir anda kötü yönetim dolayısıyla işler bozulmuş. Çukurcuma'da artık sosyetik kadınların açtığı dükkânlar yokmuş. İnsanlara park yeri yapmamışlar, mekanların önüne kadar gelemeyen Etiler ve Nişantaşı kadınları kaçıp gitmiş. Beyoğlu kendi elitini oluşturamamış. Romantik bir Beyoğlu âşığı falan da değilim baştan söyleyeyim. Ama Beyoğlu'nun, mesela Defne Koryürek artık Çukurcuma'daki mekânında müşterilerini çay istediler diye azarlayamadığı ve snopluk etmediği için yalnız ve terk edilmiş olduğunu düşünmüyorum. Markiz Pastanesi'nin de bulunduğu binada üç-dört yıl öncesinin buzlu muzlu gayet cool mekânlarına üzerlerinde Abercrombie süeterleriyle gelip kokteyl içen genç bedenlerden mahrum kaldığı için Beyoğlu'nun sonunun geldiğine inanmak zor. Elbette Beyoğlu'nun dünyanın en güvenli ve en güzel yeri olduğunu söyleyemeyiz. "Beyoğlu'nda kapkaç, gasp yoktur," da diyemeyiz. "İyi yönetiliyor," hiç diyemeyiz. Beyoğlu her zaman sorunlar içinde yaşayan bir yer oldu ve bundan sonra da bu durum devam edecek. Sosyetesine de köylüsüne de kapıları açık. Barınan barınıyor, beğenmeyen gidiyor. Bunların hiçbiri Beyoğlu'nu etkilemez. Etkilemedi de...
BİR KALE GİBİ...
Temsil ettiği değerler, fikirler ve yaşam tarzı açısından herkesin yanaşmak istediği, ucundan sokulup "Nasıl ele geçirebilirim?" diye düşündüğü bir kale Beyoğlu. Tüm Türkiye'de belki de en çok tanınan, en bilinen semtlerden biri. Bir sembol. Kimi Malazgirt ruhuyla fetih derdinde, kimi güven içinde risotto'sunu yerken camdan tarihi yarımada silueti yakalama peşinde... Ama kesin olan şu: Beyoğlu üst kültürün değil alt kültürün yeşerdiği, yaşadığı, yuvalandığı bir yer. Her zaman öyle oldu. Türkü barıyla, punk kulübüyle, meyhanesiyle, travestileriyle, gay barlarıyla, kumarhanesiyle, pavyonuyla, kafesiyle, rock barıyla... Orayı Kanyon'a dönüştürmek, orayı kurtarmak değildir. Üstelik ben Beyoğlu'nun kötüye gittiğine de inanmıyorum. Asmalımescit ve aşağısı, Şişhane bölgesi; hep birlikte göreceğiz, 10 yıl içinde kültür ve sanatın ev sahibi olacak. Eğitimli ve şehirli bir kitlenin uğrak yeri haline gelecek. Ama zorla falan değil. Kendi kendine oluyor zaten. Beyoğlu'nun sosyeteye ihtiyacı yok. Kaçanlara da bir önerim var. Belediyeyle konuşun size Akmerkez'in oralarda bir arsa versinler, Miniatürk gibi bir Mini Beyoğlu inşa ettirin. Orada arabanızı da park edersiniz, fiyatları da abartırsınız. İçine mini Num Num, mini House Cafe, mini Cinemax falan da açıldı mı alın size Etiler-oğlu. Siz rahat, Beyoğlu rahat...
Bugünkü Tüm Yazıları
Beyoğlu'nun da çok ipindeydi!
Yayın tarihi: 7 Aralık 2007, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/12/07/cm/tez.html
Tüm hakları saklıdır.