Şiddetin hüküm sürdüğü ortamlarda sivil politika yapmak gerçekten zor... Bunun en son örneği PKK'nın elindeki 8 askerin teslim edilmesinden sonra yaşandı.
Askerlerin teslim edilmesinde Türkiye'nin kararlı duruşu kadar, ABD'nin de Kuzey Irak Yönetimi'nin de Türkiye'deki DTP milletvekillerinin de büyük katkısı var.
Bir tek canın bile toprağa düşmemesi için kim çaba harcıyorsa buna saygı duymak gerekiyor.
Ama bizde olanlara bakın. Neredeyse 3 DTP milletvekilini
"Neden bu işe aracı oldunuz" diye boğacağız.
Olacak şey değil.
İnsan düşünmeden edemiyor;
"Acaba bu genç çocukların bırakılması yerine ölmelerini isteyenler mi var?" Atılan manşetler, yazılan yazılar insanı dehşete düşürüyor.
Kimi
"Apo posterli şov" diyor kimi milletvekillerini aşağılayacak biçimde
"esas duruş" tan söz ediyor.
Tıpkı 1996 yılında o zaman Refah Partisi milletvekili olan
Fethullah Erbaş'ın başına gelenler gibi...
Erbaş, o günlerde sivil toplum örgütleri ve ailelerin baskısıyla yine PKK tarafından kaçırılan 8 asker için girişimde bulunmuş önce 2 askerin ardından da 6 askerin bırakılmasını sağlamıştı...
Ama Türkiye'ye döndükten sonra da duymadığı hakaret kalmamıştı.
İstifası istenmiş hatta hakkında dava bile açılmıştı.
"Allah o günleri bir daha yaşatmasın" dileğinde bulunan
Fethullah Erbaş yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
"O zaman Mustafa Kalemli, Meclis Başkanı. 'Derhal istifa edeceksin' dedi. 'Niye?'dedim. Basında yazılanlardan söz etti. Sonra da 'Türk parlamenterlerinin terör örgütüyle temasta olmasını biz kabul edemeyiz. Seninle aynı çatı altında olamayız' dedi. İyi dedim, ses etmedim.Geldik partiye... Herkes mesafeli. Sadece Şevket Bey (Kazan) , 'Kimseyle konuşma. Sen kötü bir şey yapmadın' dedi. En ağır olanı grup toplantısında Bekir Sobacı'nın çıkıp, 'İçimizde Lawrence'ler var' demesiydi.Dışarıdan atılan taş kurşun tamam. Ama partiden de gelince 'Allah Allah' dedim. Çok zor günlerdi." O gün yaşadıklarını böyle anlatan
Fethullah Erbaş bugün DTP'li üç milletvekili
Aysel Tuğluk,
Fatma Kurtulan ve
Osman Özçelik için şöyle diyor:
"Onlar 8 askerin kurtuluşuna vesile olmuşlardır. Bu iyi bir şeydir. Ben sivil toplum örgütleriyle beraber gittiğime göre böyle olmuşsa onların bir parti adına böyle tepki almaları kaçınılmaz. Onlar da bu tepkiyi göze alarak gittiler. Ayrıca partileri arkalarında benim gibi yalnız değiller. Ama her şeye rağmen değer. Bizim dinimizde, 'Bir kişiyi kurtaran, insanlığı kurtarır' diyor. Sonuçta kaçırılan bizim vatandaşımız. Türkiye vatandaşına önem veren bir ülkedir. Onu getirenlere dua etmekten başka diyecek bir şey yok."
Yaşadıklarımızdan ne yazık ki bir ders çıkartmıyoruz.
Öyle olmasaydı 10 yıl önce de aynı şeyleri yaşar mıydık?
Bir on yıl sonra ne düşüneceğimizi doğrusu merak ediyorum...
Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral
Aytaç Yalman, Milliyet yazarı
Fikret Bila'ya birkaç gün önce şöyle diyordu:
"Bizler o dönemde Kürt yoktur diye eğitilmişiz. Kürtleri, Türklerin bir kolu olarak görüyoruz. O dönemde sosyal istekleri bile biz 'yıkıcı faaliyetler' kapsamında görüyoruz."
Peki, o günlerde bu soruna doğru teşhis konsaydı bu noktalara gelinir miydi?
Umarım on yıl sonra aynı soruyu sormak durumunda kalmayız...
Yayın tarihi: 6 Kasım 2007, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/11/06//haber,884EA8F1692049B1BCBBD214CFAA62CD.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.