kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 29 Eylül 2007, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Yüz yıl önce yüz yıl sonra

Princeton Üniversitesi'nin hafif loş, boydan boya koyu ahşap kaplı, zamanında Einstein'ın olan görkemli odasında, Genç Türkler'in, İttihat ve Terakki'nin 'tarihini' konuşuyoruz. 19. yüzyıl düşünce dünyamızın ve kaynaklarının inceleyicisi büyük tarihçimiz Prof. Şükrü Hanioğlu'nun düzenlediği 2. Meşrutiyet konferansındaki tebliğleri dinlerken Türkiye'nin anayasa tarihini ve onu hazırlayan dağdağalı dönemlerini düşünüyorduk, doğallıkla. Bu atölye çalışmasını düzenlemenin maksadı belli: 2008'de bu çok önemli açılımın 100. yılını kutluyoruz. 1908'deki Jön Türk devriminden ve 2. Meşrutiyet'ten (Anayasa) yüz yıl sonra yeni bir anayasa hazırlama çabası içinde bulunmak 'çarpıcı' değil mi?

Jön Türk devrimi
Modernleşme tarihimizi 1839'dan başlatmak elbette doğru. Fakat o artık çok eski bir tarih. 1839'u bu kadar eski yapan 1908 Temmuzunda 'patlayan' ve bugüne doğrudan bağlı olan büyük harekettir. O atılım çok uzun süre devam eden bir toplumsal ve zihinsel mayalanmanın sonucuydu. Arkasında şimdi yeni yeni öğrendiğimiz düşünce kaynakları vardı. Alman maddeciliği, Fransız pozitivizmi, İtalyan siyasal örgütlenme anlayışı Jön Türkleri ve İttihat ve Terakki'yi meydana getirdi. Abdülhamid döneminde oluşturulan yenilikçi kurumlardan yetişen, merkezden taşraya kadar uzanan bu insanlar ortaya benim Tarihsel Blok dediğim bir küme çıkardı. Bu küme orduaydınlar-bürokrasi ittifakıydı ve bugüne kadar devam eden, yukarıdan aşağıya inen, merkeziyetçi, otoriter ama son derecede önemli modernleşme süreci bu kesim tarafından gerçekleştirildi.
Yakın dönem tarihini yazanlar siyasal koşullar içinde hareket ettiklerinden 1923 sonrasını tarihi başlatan kopuş olarak değerlendirdi. Oysa tarihsel bir perspektiften bakınca 1923 ve sonrasının ortaya koyduğu model ve zihniyetin kökleri 1908 sonrasının resmi ve gayri resmi tarihi içinde mevcuttur. Çünkü, 1923'ü de Tarihsel Blok gerçekleştirmişti ve bu çelik çekirdek sadece siyasal modernleşmenin değil yeni bir zihniyetin de kurucusuydu. Princeton'da, yüzyıl sonra, bu modeli ve doğurucu koşullarını tartışıyorduk.

Yüz yıl sonra 1908
Toplantıya Fransa'nın saygın eğitim ve araştırma kurumu Ecole des Haut Etudes'ten yakın tarihimizin gene en önemli uzmanlarından ( ve mesela Abdülhamid hakkında yazdığı çok önemli kitabının hiç farkında olmadığımız ) François Georgeon'un öncülüğünde genç bir tarihçiler kuşağı katılıyordu. Ben içlerinden sadece Hamit Bozarslan'ı tanıyordum . Fakat diğer genç katılımcılar, gerek Osmanlı gerekse Osmanlı dışı toplumların 2. MeşrutiyetJön Türk devrimiyle etkileşimini çok çarpıcı tebliğlerle irdeledi. Belli ki, önümüzdeki kuşak benim kuşağımın yaşadığı kısıtlamaları önemli ölçüde aşacak. Özellikle Balkan ve Arap dünyasının 19. yüzyıldaki dönüşümünü izlemek gerçekten heyecan verici olduğu kadar da 'öğreticiydi'. Bendeniz de, tarihçiler arasında bir siyaset bilimci olarak, Kemalizmİttihatçılık arasındaki ilişkileri irdeleyen, Kemalizmin kopuş mu yoksa bu doğrultuda bir süreklilik mi olduğunu sorgulayan bir tebliğ sundum.

Sözcükler, kavramlar, dönüşümler
Böylesine yüksek düzeyli bir toplantıdan ne özetlenebilir, sonuç anlamında, doğrusu çok zor bir soru. Ben de o işe girişmeyeceğim. Fakat dikkatimi en çok çeken nokta, daha konferansın ilk tebliği olan Georgeon'un çalışmasından başlayarak kavramlar, sözcükler düzeyinde kendini gösteren dönüşümün, farklılaşmanın önemi. İkincisi, özellikle zihniyet aktarımları ve etkileşimleri konusunda, 'kaynaklar' konusunda hala çok yetersiz oluşumuz. Üç, o dönemin ana kavramları ve evrimlerinin sürekliliği özellikle 'modernleşme' bağlamında bugün hala irdelenmeyi bekliyor.
Princeton'un her gittiğimde içimi açan loş, boydan boya ahşap kaplı salonunda bunları düşünüyorduk.