Türkiye sosyal hareketliliğe sahip bir ülke. Gerek iş camiasında, gerek siyasette,
"çevreden" "zirveye" başarılı yolculuklara hep şahit olduk.
"Elit" denilen kesimin değil,
"dar gelirli" ailelerin çocukları, bazen bir ömre o kadar çok başarı sığdırıyor ki, şaşıp kalıyorsunuz. Mesela, Vehbi Koç'u ele alalım. Vehbi Koç, çocukluk yıllarını şöyle anlatıyor:
"Ailece gidilen mahalle hamamları, namazın kutsallığını korumak için oturma odamızda üstü örtülü duran padişah resmi, bozulmasın diye kuyuya sallandırılan içi yemek dolu sepetler, eve misafir geldiğinde yakılan lüks lambaları ve mahalle mektebi duvarında asılı duran falaka..." O günlerde anne Fatma Hanım, başında başörtüsü, elinde doksan dokuzluk tespihi, oğlunun adam olması için dua eder, Allah'tan Koçzade Vehbi'nin rızkının aşıp taşmasını dilerdi.
Vehbi Koç, Osmanlı İmparatorluğu'nun,
"Avrupa'nın hasta adamı" olduğu bir dönemde, tahsilini yarıda bırakarak, babasının bakkal dükkânında işe başladı ve
"küçük esnaf" statüsünden, dünya çapında bir işadamı olma başarısını sağladı.
Siyasete döndüğümüzde, benzer başarı hikayeleri görüyoruz. Mesela, Isparta'nın İslam köyünden çıkan
"Çoban Sülü." Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül de, Türkiye'nin sınıfsız toplumunun sunduğu fırsatları değerlendiren iki politikacı. Alman gazeteci Wolfgang Koydl, 3 Aralık 1999 tarihli yazısında, Tayyip Erdoğan'ı şöyle tanımlıyordu:
"Rizeli fakir bir göçmenin oğlu olarak önce İstanbul Belediye Başkanı olmayı başardı; sonra da ülke çapında tanınan bir politikacı haline geldi. Kasımpaşa deyince, akla, Çingeneler gelir veyahut sokakta yürüyen insanı elindeki jiletle tedirgin eden yankesiciler. Kasımpaşa'dan koskoca bir belediye başkanının çıkması, pek inanılası değil." O tarihten sonra, Tayyip Erdoğan, Başbakan da oldu.
Ve
Abdullah Gül ... O da Kayserili mütevazı bir ailenin çocuğu. Babası, tornacılıktan emekli. Gül, dini terbiyesini babası Ahmet Hamdi beyden aldı; Kur'an-ı Kerim okumayı ondan öğrendi. Necip Fazıl Kısakürek'e büyük hayranlığı vardı. 1969 yılında Necip Fazıl Kısakürek'e onun yeniden, Büyük Doğu mecmuasını çıkarması vesilesiyle yazdığı bir mektubu şairin şu mısrasıyla bitirmişti:
"Yarın, elbet bizimdir! / Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir." 1968'de gençlik gruplaşmalarının içinde yer alarak siyasete başlayan Gül, hayranı olduğu Kısakürek'in şiirinde müjdelediği
"yarınlara" kavuştu diyebilir miyiz?
Yayın tarihi: 20 Ağustos 2007, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/08/20//haber,785B1BF7043F411DBC1F46016F76AFEF.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.