1980'li yılların ortalarından beri dizi setlerini dolaşırım. Bir dizinin nasıl "emek yoğun" çekildiğini, nasıl fedakarlıklarla ekrana geldiğini "yerinde" inceleme olanağı bulduğum için iyi bilirim. Bu nedenle, eleştiri yaparken, o iş için akıtılan tere saygısızlık oluşturabilecek ifadelerden özenle kaçınırım. Hayatında bir kez bile dizi seti izlememiş, stüdyoya girmemiş, maç rejisi görmemiş, spiker kabininde oturmamış, haber montajlamamış televizyon eleştirmeni meslektaşlarımın bazı eleştirilerini fazla "acımasız" bulurum. Bodrum'da geçirdiğim süre içinde İki Aile dizisinin setini de ziyaret etme imkanı buldum. Başrol oyuncuları Emre Kınay ve İclal Aydın'ı çok dertli gördüm. Yalıkavak'ta Clup Flipper'in muhteşem tatil ortamında dizi çekmelerine rağmen, "Bir dokun, bin ah işit" durumundaydılar. Ben onlara "İyi yerde dükkan açmışsınız" diye takılmasam, ruh hallerinden haberli olmayacaktım. Meğer haftalardır ailelerinden uzakta, günde 10-15 saate uzayan bir çekim koşturmacası yaşıyorlarmış. Benim çekimlerini izlediğim bölümün senaryosu tam 167 sayfa idi. Bu, neredeyse bir film senaryosuna eşit. Zaten artık dizilerin süreleri de 90-95 dakikaya yaklaşıyor. Yani yönetmenler her hafta bir sinema filmi tamamlamak zorundalar. Senaryo yazımı, mekan bulunması, ışık kurulması, kurgusu, dublajı, tanıtımı derken, bazen 24 saat bile ekibe yetmiyor. Bir de dizinin bir tatil köyünde, müşterileri rahatsız etmeden, neredeyse "gizlice" çekilmesi zorunluluğunu buna ekleyin. Hakikaten bu stresi görünce insanın içinden "Allah çektirmesin" diyesi geliyor!.. Ekstra reklam kuşağına yer açmak için dizi sürelerinin bir buçuk saate çıkması, oyuncuları da teknik ekibi de perişan etmiş. Televizyon sektörüne adı konulmamış bir "kölelik düzeni" hakim olmuş. Oyuncular 15 saatlik mesailerinde adeta otomatiğe bağlanmışlar. İki yıl süren bir dizide, bu çetin şartlar altında oyunculardan performans, devamlılık ve yaratıcılık beklemek olası mı? Şimdi diyeceksiniz ki; "Dünyanın parasını kazanıyorlar. Şan, şöhret onlarda. E bir de tatil köyünde dizi çekiyorlarmış. Daha ne istiyorlar ki..." İlk bakışta haklı görünebilirsiniz. Ama kazın ayağı öyle değil. Yılların tiyatro ve dizi oyuncusu Emre Kınay'ın omuzları düşmüş, bakışları donuklaşmış, gözlerinin altında mor halkalar oluşmuştu. Dedi ki; "Çocuğumun ilk adımlarını atışını, konuştuğunu bile göremiyorum... Haftalardır ailemden uzaktayım. Başlık parası için gurbette çalışan inşaat işçileri gibiyim..." Haydi, buyurun bakalım. İclal Aydın da çok dertliydi. Vatan gazetesindeki köşesinde zaman zaman kaleme aldığı gibi, sektörde bir meslek birliği kurulmasını, çalışma şartlarının "medeni standartlara" yükseltilmesi için yaptırım gücü olan bir Televizyon Çalışanları Sendikası oluşturulmasını savunuyordu. Oyuncular için kurulacak derneklerin, Bülbül Ötümlü Kanarya Sevenler Derneği'nden daha fazla bir yaptırım gücü olamazdı. Ama ışıkçı, setçi, montajcı gibi televizyon teknisyenlerinin kuracağı bir meslek birliği, yapımcıların karşısında çalışanların haklarını korumaya yönelik bir yaptırım uygulayabilirdi. Üstelik söz konusu meslek erbabının hiçbir sosyal güvencesi de yoktu. Dizi, reyting alamazsa en geç üç hafta içinde yayından kalkıyor, insanlar öylece ortada kalıveriyordu. Milyon dolarların döndüğü bir sektörde insanların prangalı kürek mahkumları gibi çalıştırılmaları kabul edilemez. Umudum, Meclis'e giren Osman Yağmurdereli'de... Televizyon sektörü çalışanlarının mağduriyetini en iyi o bilir. Öyleyse, sıva kolları Osman Ağabey...
Bugünkü Tüm Yazıları
Dizi setlerinin prangalı mahkumları
Yayın tarihi: 16 Ağustos 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/08/16/gny/aytug.html
Tüm hakları saklıdır.