İşte en zor yazı... İşiniz televizyon eleştirmenliği ama tatilde televizyon seyretmemiş, tek satır gazete okumamışsınız. Okur, "hasret ve merakla" yazıyı bekliyor. Haydi gel de yaz bakalım... Zaten "müşkülat", daha tatile çıkmadan başlamıştı. Bazı okurlar mesaj atıp, "Yüksel Bey tatilde bizi yazılarınızdan mahrum etmeyeceksiniz değil mi? Diz üstü bilgisayarınızı yanınıza alacaksınız sanırım" filan diye "markaj" yapıyorlardı. Yahu düşünün bir kere... Gitmişsiniz Palamutbükü'ne... Deniz olmuş akvaryum... Güneş, iliklerinize masaj yapıyor... Gece, hayıt ağaçlarının arasına kurulmuş bir hamağın üzerinde saçlarınızı denizden esen melteme bırakmışsınız... Haydi kalkın da televizyon seyredin bakalım... E madem bütün gece otel odasına kapanıp televizyon seyrederek yazı yazacağım, o zaman ne işim var tatilde?.. Değil mi ama? Eh, yeterli vicdan sömürüsünü de yaptıktan sonra sıra geldi tatil izlenimlerime... (Televizyon seyretmediğimize göre oturup, "işkembeden" televizyon eleştirisi yazacak halimiz yok değil mi? Bugünlük "Gezi yazarı Yüksel Aytuğ"a katlanmak zorundasınız.)
GERÇEK DÜNYA STARI
Efendim ilk durak Çeşme'ydi. Sea Side'ın harika atmosferinde, Çeşme rüzgarı yüreğimizde ne kadar gam-keder varsa, denize doğru savururken, kulaklarımızda iki billur ses Sezen Aksu ve Emma Shapplin yankılanıyordu. Ama ne yalan söyleyeyim, Emma beni hayal kırıklığına uğrattı. Popüler şarkılarından bir tanesini bile söylemedi. Seçtiği repertuar böyle bir gece için "ağır" kaçtı. Bir de Emma'nın Çeşme rüzgarını hesap etmeden kullandığı head-set mikrofonu yüzünden her nağmesinin içine "höfür- püfür" rüzgar uğultusu karıştı. Ve böyle olunca da Emma'nın hem keyfi kaçtı, hem konsantrasyonu bozuldu. Öyle ki, Sezen ile düet yaptığı "Beyaz Giyme İz Olur"a yanlış sesten girdi. İşte o anda gerçek dünya starının Emma değil, Sezen olduğu ortaya çıktı. Bizimkinin Emma'yı minik bir gırtlak hareketiyle öyle ustaca bir "düzlüğe" çıkartışı vardı ki, Türk olarak gururlanmamak elde değildi. Bir başka gurur vesilesi ise Folkart'ın Narlıdere'de yaptığı akıllı evlerdi. Aslında bunlara "akıllı" yerine "dahi" demek daha doğru olur. Sitede "dikine orman" denilen muhteşem bir botanik uygulaması var. Dördüncü katta olsanız bile size yeşil bir yürüyüş parkuru sunuyorlar. Hele Narlıdere'den süzülen suların serinliğini yaz boyunca tüm dış cepheye yayan bir sistem var ki, multivizyon gösterisinden etkilenmemek mümkün değil. Özetle; akıllı evler, aklımı aldı. Allah sahiplerine bağışlasın!..
KÜÇÜKKUYU TOZ DUMAN
İkinci tatil durağım, Küçükkuyu'ydu. Geçen yıl da yazdım. Yaklaşık 4 yıldır devam eden Çanakkale- İzmir yol genişletme çalışması, bir dönem "oksijen çadırı" olarak nitelenen bu cennet beldeyi toza dumana boğmaya devam ediyor. Genellikle yaz rehaveti ve alkolün dikkatsizleştirdiği sürücüler ile birlikte güzergâh tam bir "tuzağa" dönüşmüş durumda. Sahi, ne zaman bitecek bu yol inşaatı, bilen var mı?
BODRUM'UN TUZAKLARI
Ve Bodrum... İlk işim, Torba kavşağına gece çıkıp, Barış Akarsu ve arkadaşlarının yaşamına mal olan kazanın "tatbikatını" yapmak oldu. Edindiğim kanaat kesindi: Bu kavşak bir ölüm tuzağıydı ve mutlaka yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. Sadece orası mı? Bodrum'un koyları arasında gece yolculuğu yapan herkes Azrail ile köşe kapmaca oynamak zorundaydı. Yollar daracık, ışıklandırma yok, işaretlemeler yetersiz, yön tabelaları eksik... Trafiğin sabaha kadar sürdüğü ve üstelik alkol ile harmanlandığı bu yollarda bakalım daha kaç can yitireceğiz? Ve koylar... Gördüğüm kadarıyla Göltürkbükü'nün son kullanım tarihi dolmuş. Gece mekanlar bomboştu. İskelelerde yemek yiyene bile rastlamadım. (Perşembe gecesi Bianca'nın barında sadece üç kişi vardı.) Bu yılın Bodrum trendi Gündoğan ve Turgutreis'e kaymış. Medyanın haber rezervi Göltürkbükü'ne artık magazinciler bile uğramaz olmuş. Bunda Gölköy'ün pırıl pırıl denizinin yatlar ve turistik işletmeler tarafından "hoyratça" kullanılmasının da etkisi var. Bir gazeteci arkadaşım koylardan birinde şahit olmuş. Yat kaptanı, koyun içine koyuverdiği atık suyun üzerinde zodyak botla daireler çizmiş ki, dışkılar pervane ile parçalanıp, kolayca suya karışabilsin... İğrençliğe bakar mısınız? Son durağım, cennet koylarına aşık olduğum Datça idi. Ama gelin görün ki, orada da tatsız bir sürpriz beni bekliyordu. Merkeze en yakın koy olan Azganlı'ya atık su arıtma tesisi inşa ediliyor! Hem de inşaatın en ağır, en gürültülü bölümü için yaz sezonunun en civcivli günleri seçilmiş. Koyda kulaç atarken, karşınızda "Atık Su Arıtma Tesisi" yazan kabus gibi bir şantiye görüyorsunuz. Dozerlerin gürültüsü arasında kafanız kazan gibi oluyor. Datça merkezindeki ev ve dükkanların denize sızan fosseptik çukurlarından kurtarılmaları ve kanalizasyon şebekesine bağlanmaları son derece faydalı bir çalışma. Ama arıtma tesisi için merkeze yakın en güzel koyun seçilmesi, nasıl bir mantığın ürünüdür ki? Bir de Datça'nın o eski korsan kasabalarına benzeyen harika limanının marinaya dönüştürüleceğini duydum. Bu, Datça'nın coğrafi ve tarihi dokusunu bozarak, limanı "herhangi bir tatil beldesine" benzetecek. Ayrıca yatların sintine basması, yakıt ve yağ akıtmaları engellenemeyeceği için o billur sularda kulaç atma zevki de ortadan kalkacak.
KOMŞUNUN TAVUĞU
Oysa Datça, bölgenin cazibe merkezi. Cumartesi günü kurulan pazara Yunanistan'ın Simni ve Kos adasından kalkan feribotlarla "komşu" yağıyor. Bizim komşular; taze meyve, sebze, giyecek, kozmetik, takı ne varsa bavullarına, sepetlerine doldurup, yeniden Yunan adalarının yolunu tutuyorlar. Orada bunları üç misli fiyata sattıklarını duydum. Hatta sadece bizim kuaförlere dörtte bir fiyatına saç yaptırmak için gelen Yunan kadınları bile var. Şu hale bakın: Milletin gözü bizim cennette kalırken, biz buraları cehenneme çevirebilmek için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz.
Bugünkü Tüm Yazıları
Televizyonsuz hayat, oh ne rahat!
Yayın tarihi: 14 Ağustos 2007, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/08/14/gny/aytug.html
Tüm hakları saklıdır.