Seçim için birkaç gün İstanbul'da kalıp, tekrar Bodrum'a, yazlığa döndüm. Kertenkeleler, arılar, çekirgeler, yusufçuklar, örümcekler... Arılar dışında hiçbirine derin bir aşk hissetmiyorum, ama zararsız ve doğanın birer parçası olduklarından, metazori çevrecilik gereği, saygılı davrandığımız mahlukat! Ne var ki, içinde bulunduğum hayvanlar âlemi bu çeşitlerle kalmadı! Evin, içinde banyosu da bulunan 'Ebeveyn Yatak Odası'nda, kimsenin ebeveyni olmadığım halde uyurken, sabah üç sularında canhıraş bir kedi miyavlamasıyla uyandım! Öncelikle şunu belirtmeliyim: Sabah üç suları, henüz yatmış olduğum saatlerdir, o anlarda uykum tavşan uykusudur. Ve tavşan, sempatik bir kemirgendir. Kemirgenlere az sonra döneceğiz! Bu 'kafayı yemiş kedi' miyavlamasıyla uyandıktan birkaç dakika sonra hafif ayak sesleri duydum! Çıt... çıt... çıt... Sanki biri, ayaklarının ucuna basarak, tahta merdivenlerden çıkıyordu! Sıradan bir hırsızı hayatta en çok korkutan şeyin, girdiği evde ışıkların açılması ve "Remzii, ağabeyinle dayını da uyandır, evde tıkırtı var, ama kediyse filan tüfekle vurmayın, çok pislik oluyor," şeklinde bir seslenme olduğunu bir yerlerde okuduğumdan, 'Remzi'ye seslenmek üzereydim ki, gece lambasının ışığında ayağımın dibinden bir şeyin geçtiğini gördüm! Her ne kadar yatak odasında prensip olarak kendimden başka bir canlı bulunmasını tercih etmesem de bütün gün yüzmüş olmanın verdiği rehavet ve saati de göz önüne alarak, "Boşver şimdi," diye düşündüm, "Kertenkele avının sırası değil, yat uyu." Ne var ki yatağa hamle yapmamla birlikte, kertenkeleden daha büyük bir karaltının, sıkı durun, 'çat çat çat' şeklinde tarif edebileceğim, pençelerin ahşap yerlerde çıkardığı ses eşliğinde kaçması, dikkatimi çekti!
KEDİ DEĞİLSE NE? Saniyenin yüzde biri kadar bir zamanda şunu düşündüm: Ya dışarıda miyavladığını sandığım kedi, yatağın altındaydı ve bu büyükçe bir yavru kedi, ki öyleyse başımın üstünde yeri var. Ya da eğer kedi değilse, bu kedi miyavlamasından korkan ve pençeli bir... Yatak odasını sadece bir adımla geçip, odadan çıkıp dışarıdan kapıyı kapatmam, günümüzün teknolojik imkanlarıyla ölçülemeyecek kadar kısa bir zaman biriminde oldu! Sabahın beşinde, pijamalarımla havalı bir otele gidişim, orada "Keşke daha önce haber verseydiniz, bilmemne süitini hazırlardık," şeklindeki nezaket cümlelerine boş bakışım, klimanın gün boyunca açık unutuluşu sebebiyle evin buz gibi oluşu ve bu sebeple keten bir pantolon-gömleğe benzeyen pijamamla yatmış olmamdan duyduğum memnuniyet, yerini derin uykuya bıraktı! Uyandığımdan 'kemirgen yok etme timi' suçluyu yakalamıştı! Fare ilaçlamacısı, beyaz kostümlü ve gayet profesyonel bey, bana durumu açıkladı: "Tuvaletin içinden çıkmış! Tek başına gelmiş. Ama biz bunlara öncü fare deriz!" "Pardon?" dedim! "Neyin öncüsü?" "Fare kolonileri, önden bir arkadaşlarını yollarlar ki, etrafı kolaçan etsin diye, ortam uygunsa arkadan topluca diğerleri gelir!" Bu esnada zannederim yerin altında başka bir muhabbet de şöyle gelişiyordu:
- "Hah geldin mi, ne var ne yok o taraflarda?"
- "Çok acayip efendim! Girdiğim ev Gülse Birsel'in eviymiş!"
- "Gülse Birsel'in?"
- "Ha,
Avrupa Yakası'ndaki kadın var ya..."
- "Ne
Avrupa Yakası ya?"
- "Gag'dan hatırlarsınız belki..."
- "Öncü fare Kudret! Nasıldı diyorum sana?"
- "Makyajsızdı. Bir de televizyonda göründüğünden daha uzun!"
- "Hadi ya? Ama belki sen alt açıda olduğun için daha uzun görünmüştür Kudret!"
- "Ha, bakın o aklıma gelmemişti."
- "Kes lan! Dalga mı geçiyorsun benimle? Ortam nasıldı, diyorum. Piyade birliklerini gönderelim mi diyorum!"
- "Ha, onu dediniz siz. Valla ben yiyecek bir şeyler buldum, sandalet filan, ama çoluk çocuk gitmeye değecek bir durum da yok yani. Yine de küçükler Gülse Birsel'i görmek isterlerse, belki bir pazar günü filan hep birlikte..."
- "Öncü fare Kudret, seni ciddiyetsizlik ve disiplinsizlik sebebiyle görevden alıyorum! Bu Bodrum sizi bozuyor zaten, farkındayım."
- "Sıcaktan olabilir efendim! Bir de alkol alınıyor çok yaygın!"
- "Kes dedim lan!" Kudret aşağıda fırça yerken, benim fare savaşçısıyla sohbetim devam etti:
- "Eee? N'olcak şimdi?"
- "Merak etmeyin Gülse Hanım, bütün önlemleri aldık! Zehirli buğdayları koyduk. Gelip yiyecekler ve gidip yuvalarında ölecekler!"
- "Pardon? 'Gelip yiyecekler,' derken? Hayır, ne zaman gelirler, ona göre uygun bir kıyafetle uyuyayım, otel gittiğimde ayıp olmasın!"
- "Valla bu iki üç aylık bir savaş!"
"O zaman ben savaş esnasında burada olmak istemiyorum," diyerek yazı geçirmek üzere bir otele taşındım. Efendim etrafta o kadar çok inşaat yapılmış ki, bütün hayvanların yuvaları, düzenleri bozulmuş! Suç yine bizim yani! Sesimizi çıkaramıyoruz, komple komple komple çevreciyiz! Ama yanarım yanarım o köselesinin yarısı kemirilen Ali Güven'in yaptığı şahane sandaletlere yanarım!
Yayın tarihi: 5 Ağustos 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/08/05/pz/haber,D22ADCB601EE4FB7869782DE13FF36FF.html
Tüm hakları saklıdır.